Bugün Devrimci Gençlik’in görevi de açıktır: Gençliğin kendiliğinden öfkesini örgütlü bilince, parçalı çıkışlarını birleşik bir hatta dönüştürmek. İşte burada Devrimci Gençlik’in rolü belirleyicidir. Devrimci Gençlik, yalnızca bu hareketin bir parçası değil aynı zamanda onu ileriye taşıyacak öncü akıldır. Görevimiz, gençliği “eylemden eyleme koşan bir kitle” olmaktan çıkarıp, kendi örgütlülüğüyle süreklileşen bir güç haline getirmektir.
Dünya’da olduğu gibi Türkiye’de de ayaklanma, isyan ve başkaldırı tarihinde gençliğin tuttuğu kritik yer tartışılmazdır. Türkiye’nin gençlik hareketine baktığımızda, Türkiye’de gençlik hareketinin serüveni, 1961’de kurulan FKF ile ilk kez örgütlü bir çatı altında birleşen gençlerle sahneye çıkar. Asıl kopuşun başlangıcı ve ayakları yere basan bir gençlik hareketi ise, 1969’da Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan kopan genç sosyalistlerin, tüzüğünde “sosyalist gençliğin düşünce ve eyleminin emperyalizme ve feodal kalıntılara karşı verilen halk mücadelesinde geliştirilmesi” amacını taşıyan Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu’nu, bilinen adıyla Dev-Genç’i kurmasıyla başlar.
1971 devrimci kopuşu ise gençlik hareketinin tarihinde geri dönülmez bir dönüm noktası olmuştur. Mahirlerin devrim uğruna çıktıkları yolda gösterdikleri devrimci militan duruş ve kavgada yitmeleri mücadeleyi bitirmemiş aksine Kızıldere sonrasında yankılanan “Kızıldere Son Değil, Savaş Sürüyor” haykırışı, gençliği yeniden örgütlemiştir, Devrimci Gençlik Dernekleri Federasyonu ve birçok yapıyı doğurmuştur. Bu damardan yükselen Devrimci Yol, “söz, yetki, karar, iktidar halka” şiarıyla hareketi yalnızca üniversitelerle sınırlı tutmamış; köylere, fabrikalara, Anadolu’nun dört bir yanına taşımıştır. Devrimci Gençlik ve sonrasında içinden çıkan Devrimci Yol örnekleri, gençliğin isyan gücünün kendi niceliğini aşarak halkın ortak mücadelesine dönüşebileceğin en net göstergesi olmuştur. 12 Eylül’ün faşist saldırıları bu hattı kesmeye çalışsa da 80’lerin Öğrenci Dernekleri, 1994’ün Öğrenci Koordinasyonu ve sonraki örgütlenmeler, bu geleneği ve zenginliği yeniden sahneye taşımış, demokratik kitle talepleri üzerinden çağın koşullarına uyarlamışlardır. O günden bugüne gençliğin mücadelesi kimi zaman anti-emperyalist kimi zaman anti-faşist başlıklarda yoğunlaşsa da özü değişmemiştir: Baskılara ve faşizme karşı ilerici bir hat örmek.
12 Eylül’ün getirdiği yıkıcı etki ve kurduğu kurumların (YÖK vb.) baskısı, gençliği temel hak ve özgürlüklerini savunmak için aktif bir pozisyona itmiş aynı zamanda kitlesel öz örgütlülük araçlarını kurmaya zorlamıştır. Bunun yanında neoliberal politikalar da özellikle 1990’lardan itibaren toplumu zehir gibi sarmaya başlamış, 2000’lerde ise baskısını her zeminde artırmıştır. Aynı zamanda açık faşizmin getirdiği kitle pasifikasyonları da gençliğin politikaya olan ilgisi ve bakışına bir set çekmiş, gençlik kitleleri de halk kitleleriyle birlikte politikadan uzak bir hatta sürüklenmiştir. Bu nedenle gençlik hareketinin sesi kimi zaman kısılmış, kimi zaman parçalı mücadelelere sıkışmış olsa da; Boğaziçi Direnişi’nden ODTÜ şenlik nöbetlerine, İstanbul Üniversitesi Ana Kapı Direnişi’nden Zeren Ertaş isyanına ve en nihayetinde 19 Mart 2025’e uzanan hat, devrimci mirasın ortaya çıkardığı değerlerle örülmüş kitlesel bir mücadele zinciri olarak büyümüştür.
19 Mart’ın Yaratılış Süreci
19 Mart’ı incelerken isyanı tekil bir olay olarak incelemek veyahut birikmiş baskıları yok sayarak bunu sadece İmamoğlu veya ekonomik talepler üzerinden yorumlamak yanlış bir yaklaşım olacaktır. Bu geleneğe ve direniş kültürüne sahip gençlik için 19 Mart isyanı, tekil bir olay değil, yıllardır biriken eşitsizliklere ve hak kayıplarına verilen yanıt olmuştur. Daha önce de bahsettiğimiz ODTÜ Şenlik Direnişleri de Boğaziçi Direnişi de bu baskıların ve hak kayıplarının getirdiği öfke patlamalarıyla ortaya çıkmış ancak bu çıkışlar, üniversite duvarlarını aşarak halkla buluşacak bir programa dönüşememiştir. Bunun sebebi gençliğin öfkesinin sönmesi değil, öfkenin örgütlü bir hatta bağlanamaması ve reformist dahi olamayan, geçmiş hakların kazanımını içeren talepler etrafında birleşmesidir. 19 Mart öncesi yaşanan bu deneyimler de gösteriyor ki kendiliğinden patlamalar, öncülük ve stratejik hatla birleşmediği sürece dağılmaya mahkûmdur. Lenin’in de dediği gibi, kendiliğindenlik ancak örgütlü bilinçle ileriye taşınabilir.
19 Mart ise gençliğin elde ettiği bu deneyimlerin etkisi, yaşanan hukuksuzluğun genele yayılımı ve merkezileşmesiyle birlikte çok daha büyük bir patlama ortaya çıkarmıştır. O gün, İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin barikatı yıkması sonucu sokaklara taşan şey yalnızca bir anda doğmuş bir tepki değil; yılların bastırılmış taleplerinin, deneyimlerinin ve mirasının buluştuğu bir patlamadır. Sokağa çıkan gençler, burjuva anlamda dahi demokrasi olmayan bu faşist düzende söz-yetki-karar hakkı, ifade özgürlüğü ve üniversite özerkliği gibi temel talepler için alan tutmuştur. Gençliğin etrafında birleştiği “temel talepleri” kavramak da resmi-sivil faşist ve gerici güçlerin ülkede ne kadar güç kazandığını görebilmek adına kritik önem taşımaktadır.
19 Mart Sırasında Gençlik Hareketi
Barikatların ve korku duvarlarının yıkılmasının ardından önce üniversite kapılarında sonra Saraçhane’de büyüyen öfke, sürecin devamında Beşiktaş’tan Şişli’ye ve Beyazıt’a kadar kentin ana damarlarına akmış; her yerde meşru, militan, kitlesel eylemler boy göstermiştir. Ankara’da ise gençlik doğrudan kentin kalbine yönelmiş, arterler kesilmiştir. Aynı zamanda İzmir’de neredeyse her gün AKP İl binası önünde binler toplanmış, Edirne gibi küçük şehirlerde ise sayıca az ama inatçı direnişçiler aylarca süren tutukluluklara rağmen geri adım atmamıştır. Gençliğin bu noktada “mitinge değil eyleme geldik” çıkışı ve barikatları zorlaması, CHP’nin pasifize mitinglerine devam etmesine rağmen kendi politikası doğrultusunda eylemlilikler düzenlemesi de gençliğin sokağa çıkışının CHP’yi savunma refleksi olmadığını net olarak ortaya koymuştur. On binleri sokaklara kanalize edebilen gençlik hareketi; kendi öz örgütlülüklerini sol çevreleri dahi şaşırtacak bir hızda kurmuş, örgütlemiş ve bunların etrafında inisiyatif almaya başlamıştır. Gençlik; kurulan bu öz örgütlülükler içinde tartışmalar ve forumlarla şekillenen manifestolar, talepler etrafında birleşmiş ve demokratik bir zemin üzerinde gençliğin sorunlarını tartışmaya ve meydanlara akmaya başlamıştır. Bu noktada eylemlerin şekline ve işlevine detaylıca bakmadan önce gençliğin mobilize olma, öz örgütlenme, kendi eylem pratiklerini yaratma ve eylem birliği oluşturma hızı kritik bir nokta olarak göz önüne alınmalıdır.
Ayrıca gençlik hareketinin işçi sınıfı ve halkla olan bağına da değinmek gerekir. İsyan döneminde bir araya gelen bu öz örgütlülükler işçi direnişlerine, mahalli direnişlere, hak arayışlarına da destek vermiş ve gençlik hareketinin sınıfsal bağını da net şekilde ortaya koymuştur. Bu, gençliği politik mücadeleden uzak tutmak adına bilinçli olarak yüklenen ağır sınav ve ders yüküne rağmen, gençliğin mücadelesinin basit liberal bir hak arayış mücadelesi de olmadığını, geleneğinden feyz alan ve sınıfsal bir boyutu da olduğunu gösteren bir noktadır. Ek olarak, işçi sınıfı ve halkla olan bağdan bahsederken gençliğin ekonomik boykot gücünü de görmek ve anlamak gerekiyor. Gençliğin örgütlediği ekonomik boykotlar, yalnızca sembolik bir protesto değil, doğrudan sermayeyi hedef alan politik bir müdahale olmuştur. Özellikle zincir marketlere, Saray rejiminin açık propagandasını yaptığı kafelere ve üniversite çevresindeki tekelleşmiş işletmelere karşı yürütülen boykotlar, kısa sürede geniş bir katılım yaratmış, basına da yansıdığı üzere yaklaşık 50 milyon dolarlık bir ekonomik zarar oluşmuştur. Bu, gençliğin yalnızca “sokakta bağıran” bir kategori değil, doğrudan sermaye ilişkilerine dokunan, kapitalist üretim ve tüketim mekanizmalarını sekteye uğratabilen bir güç olduğunu göstermiştir. Bu süreç aynı zamanda ciddi bir sosyolojik kırılma yaratmıştır. Daha önce bireysel tüketici kimliğiyle var olan üniversiteliler, ilk kez kendi kolektif ekonomik gücünü fark etmiş, “müşteri” değil “politik özne” olarak hareket edebileceğini göstermiştir. Ekonomik boykotun etkileri yalnızca kasalarda hissedilmemiş; kampüslerde ve sokaklarda gençliğin siyasal özgüvenini büyütmüş, iktidarın sermayeyi savunmak için yaptığı müdahaleler sonrası da sermaye ile iktidar arasındaki bağı görünür kılmıştır. Bu kırılma; gençliğin sınıfsal aidiyetinin daha belirgin hale gelmesini sağlamış, liberal bir hak arayışının ötesine geçen, anti-kapitalist bir yönelimin önünü açmıştır.
Gençlik bu noktada tarihinden aldığı dersle, anti-emperyalist ve anti-faşist hattı bugünün barınma, geçim, özgürlük mücadeleleriyle birleştirdiğinde gerçek anlamda toplumsal bir güç haline gelebilir.
İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu
İstanbul Üniversiteler Koordinasyonu, 19 Mart isyanının ortasında doğdu. Bir yanda Saraçhane’de barikat zorlayan gençlik, diğer yanda farklı kampüslerde kendi forumlarını kuran öğrenciler vardı. Bu dağınık akışı bir araya getirmek, sözleri ve eylemleri ortaklaştırmak için kurulan İÜK, ilk andan itibaren hem büyük bir ihtiyaçtı hem de ciddi tartışmaların odağı oldu. Çünkü bu yapı kısa sürede bazı parti gençliklerinin öğrenci hareketini pasifize etmesinin, kendi politikalarını bastırmasının yeri haline geldi.
İÜK, daha ilk günlerinde farklı üniversitelerden binlerce öğrenciyi ortak çağrılar etrafında toplamayı başardı. İstanbul Üniversitesi’nin Ana Kapısı’ndan Boğaziçi’ye ve Yıldız’a kadar pek çok üniversite, aynı istekle sokağa çıktı. Bu senkronizasyon, İstanbul’un çok merkezli yapısında gençliğin dağınıklığını aşan bir adım oldu. Üniversite kapılarında başlayan eylemler, kent meydanlarına taşındı. Böylece gençlik, kendi iradesiyle kampüs ve kent arasındaki köprüsünü kurdu.
Elbette bu süreçte tartışmalar eksik olmadı. Yazının başında da bahsettiğimiz gibi kimi çevreler, eylemleri parti merkezlerinden gelen talimatlarla yönlendirmeye kalktı; kimi örgütler, militan kitleleri “yürüyüş bayramı” havasına çekmeye çalıştı. Özellikle “Cevahir faciası” olarak bilinen, tamamen koordinasyonsuzluk ve polis ablukasıyla biten çağrı sonrası ciddi bir ayrışma ortaya çıktı. Bu ayrışmalar sonucu öz örgütlü gençlik, bu girişimlere karşı söz, yetki ve karar hakkını bırakmadı. Öz örgütlülüğünden aldığı güçle kendi yönetimini sağlayacağını açıkça beyan etti.
İÜK’ten İÜB’e
Bugün bu yapı İstanbul Üniversiteler Birliği adıyla yoluna devam ediyor ancak artık kuruluş dönemindeki dinamizmini kaybetmiş bir noktada bulunuyor. Karar alma biçimleri, temsil sorunları, aktiflik problemleri ve yön tayini üzerine farklı görüşler çatışıyor. Buna karşın İÜB’ün kuruluşunda ve ilerleyişinde esas olarak görülen, gençliğin kendi sözüne ve kararına güvenmeye başlamasıdır. Gençlik, kendiliğinden tepkilerden çıkarak kolektif bir eylemlilik düzeyine ulaşmıştır. Tartışmalı da olsa aylar boyunca süren bu deneyim, gençlik hareketi açısından önemli bir kazanım olmuş, daha örgütlü bir hattın örülebileceğini göstermiştir. Seneler sonra ilk kez farklı kampüslerden gençler, forumlarda ve koordinasyonlarda bir araya gelerek geleceğini tartışma cesareti göstermiştir.
İÜB, bir yandan İstanbul’un öğrenci hareketini ortaklaştıran bir zemin işlevi görmüş, öte yandan ülke gençliği için de değerli bir deneyim alanı yaratmıştır. Bugün Ankara’da, İzmir’de, Eskişehir’de yükselen öğrenci hareketinin örnek aldığı zeminlerden biri olmasının nedeni de budur. İÜB, gençliğin “partiler üstü” ama politik; “kendi öz gücüyle” ama sınıfsal bağlar kuran bir hat örme iradesini temsil etmiştir. Tartışmalı yönlerine ve yavaş ilerleyen doğasına rağmen, bu süreç daha ileri ve örgütlü bir gençlik hareketi için bir başlangıç noktası yaratmıştır.
Ne var ki başlangıçta merkez olmaya aday bir yerde duran İÜB, zamanla bu rolünü sürdürecek dinamizmini yitirmiş, karar süreçlerinde derin bir tıkanma yaşamıştır. Bugün artık bu yapının hareketsizleştiği ve kendini yenileyemez hale geldiği açıktır. Ancak bu durum, yaratılan birikimin ve deneyimin değerini ortadan kaldıramaz. Eksiklikleriyle ve hatalarıyla birlikte İÜB, gençliğin kendi öz örgütlülüğünü yaratma potansiyelini açığa çıkarmıştır ve ortaya koymuştur. Artık görev, bu potansiyeli daha ileriye taşıyacak araçları yaratmaktır.
Vakit, yalın bir tartışma vakti değil sözüyle, yetkisiyle ve kararıyla birlikte harekete geçen mekanizmalarla gençliğin devrimci eylem birliğini yaratmanın vaktidir. Bugün belirleyici olan, tabelanın ne olduğu değil gençliğin öz iradesini hayata geçirecek araçların nerede ve nasıl yaratılacağıdır. İÜB’ün yürüdüğü hat, araçsal sorunlar nedeniyle zayıflamış olsa da, gençlik hareketinin devamlılığı isimlerde değil, örgütlü iradede yaşamaya devam edecektir. Gençliğin parçalı öfkesini devrimci bir güce dönüştürecek olan yine gençliğin kendi örgütlülüğüdür.
Gençlik hareketinin iki dinamiği: İstanbul ve Ankara
19 Mart isyanı, memleket gençliğinin iki ana merkezinde farklı karakterlerle biçimlendi: İstanbul ve Ankara. Bu iki kentte açığa çıkan dinamikler, gençlik hareketinin gücünü ve zaafını aynı anda gözler önüne serdi.
İstanbul, çok merkezli yapısıyla gençliğe esneklik sunuyordu. Saraçhane’den Beşiktaş’a, Şişli’den Kadıköy’e kadar kentin farklı damarları aynı anda eylemlerin mekânına dönüştü. Farklı kampüslerden çıkan kitleler bu merkezlerde birleşti, bahsettiğimiz gibi İÜK’ün doğuşu da bu ihtiyacın ürünü oldu. Ancak İstanbul’un avantajı olan bu çok merkezlilik aynı zamanda en büyük zaafıydı. Eylemler geniş bir alana yayılırken, bütün kenti felç eden bir odak yaratamadı. Barikatlar zorlandı, meydanlarda kararlılık gösterildi ama kentin kalbi kesilemedi. İstanbul gençliği, kitlesel akışları yaratabilmesine rağmen, bu akışları militan bir merkezileşmeye dönüştürmekte zayıf kaldı.
Ankara ise bu açıdan başka bir tablo sundu. Kızılay, Saray rejimiyle doğrudan hesaplaşmanın adresi oldu. ODTÜ’den, Beytepe’den çıkan gençlik, defalarca kentin ana arterlerine aktı, zaman zaman da ODTÜ toplu bir direniş hattına dönüştü. Bu noktada barikatlar yıkıldı, polis ablukasına rağmen arterler kesildi. Ankara gençliği, suni dengeyi kıran militan tarzın ete kemiğe bürünmüş örneğini kısa sürede verdi. Bu noktada Ankara’da gençliğin örgütlü zemininin öncü olduğu ve politik değil ama pratik kurmaylığını sahaya yaydığı bir durum oluşmuştu. Fakat Ankara’nın açmazı da açıktı: Bu militan çıkışların arkasından kalıcı öz örgütlülükler veya politik bir hat yaratılamadı. Eylemlilikler CHP çağrıları ve mitingleri peşinde ilerliyor, politik bir çizgi çizemiyordu. Boykot-eylem komiteleri hâlâ vardı ama kendini aşarak ortak bir zeminde birleşemedi. Dolayısıyla Ankara gençliği, en militan pratikleri göstermesine rağmen, bu enerjiyi politik ve örgütlü bir hatta bağlayamadığı için süreklilik kazanamadı.
İstanbul ile Ankara arasındaki bu farklılık, gençlik hareketimizin bugünkü temel dersini ortaya koyuyor. İstanbul, öz örgütlülükler kurma iradesiyle gençliğin kendi söz ve karar hakkını öne çıkarmış; Ankara ise kentin ana arterlerini keserek ve Kızılay’da, ODTÜ’de direnişi büyüterek militan ruhu göstermiştir. Fakat bu iki hat birleşmediği sürece hareketimiz eksik kalacaktır. Gençlik için görev açıktır: İstanbul’daki öz örgütlülük deneyimini Ankara’daki meşru ve militan tarzla birleştirmek. Bu da sadece gençlik hareketinin merkezileşmesi, ortak bir zeminde birleşerek ortak politikalar yürütmesi ile mümkün kılınabilir. Yalnızca o zaman gençliğin isyanı kalıcılaşabilir yalnızca o zaman üniversitelerden meydanlara taşan bu öfke memleketin dört bir yanında devrimci bir hatta dönüşebilir. Ayrıca dışsal olaylara tepki vermek üzere kurulu gençlik hareketinin, hareketin odağını da kurucu bir özneye dönüştürmesi, içsel araçlarını içsel amaçları doğrultusunda da kullanabilmesi ve politika üretebilmesi gençlik hareketinin önündeki en büyük gerekliliktir. Partilerden ve mevcut ana muhalefet politikasından bağımsız olarak gençlik önüne kendi programını ve politikasını koymak zorundadır.
Bugün Devrimci Gençlik’in görevi de açıktır: Gençliğin kendiliğinden öfkesini örgütlü bilince, parçalı çıkışlarını birleşik bir hatta dönüştürmek. İşte burada Devrimci Gençlik’in rolü belirleyicidir. Devrimci Gençlik, yalnızca bu hareketin bir parçası değil aynı zamanda onu ileriye taşıyacak öncü akıldır. Görevimiz, gençliği “eylemden eyleme koşan bir kitle” olmaktan çıkarıp, kendi örgütlülüğüyle süreklileşen bir güç haline getirmektir. Bu, barikatlarda cesareti örgütlü birleşmeyle, forumlarda tartışmayı stratejik hatta bağlamayla, kampüslerdeki hareketi halkın talepleriyle buluşturmayla mümkündür. Devrimci Gençlik, bu hattı kurmakla yükümlüdür.
Devrimci Gençlik, gençlik hareketinin her adımında yol gösterici olacak, yanlışta ısrar etmeyecek, kitlelerin deneyiminden öğrenecek ve devrimci çizgiyi büyütecektir. Devrimci bir gençlik hareketi yalnızca kendi gelecek kaygısının değil işçi sınıfının, köylünün, emekçi halkın da kavgasının omuzlayıcısıdır. Gençliğin öfkesi, halkın mücadelesiyle birleştiğinde devrimci bir kuvvet doğacaktır.
Bugün Devrimci Gençlik’in görevi; bu birleşmeyi sağlamak, öz örgütlülükleri büyütmek, kitlelere güven vermek ve gençlik hareketini düzenle hesaplaşacak bir hatta taşımaktır. Yarın üniversite kapılarında, barikat başlarında, işçi grevlerinde, halk direnişlerinde görülecek olan budur: Devrimci Gençlik, öncü gücüyle memleketin dört bir yanında direnişi örgütleyen, isyanı büyüten, devrimin yolunu açan olacaktır.