Gençliğin Militan Kitlesel Hareketi Üzerine Politik Bir Üniversite Hareketine Doğru II

Öğrenci Gençliğin Politik Gücü Nereden Geliyor?

Her ne kadar kapitalizm öncesi toplumlarda da gençliğin isyancı çıkışlarına rastlamak mümkünse de, gençliğin “devrimci bir güç” olarak tarih sahnesine çıkması bilimsel teknolojik devrim sürecine rastlar. Kapitalist devrimler toprak sömürüsüne dayalı feodal düzeni parçalarken, aynı zamanda, onun, soya dayalı aile sitemini de parçaladı. “Kapitalist okul sistemi”, bize, gençliğin kitlesel biraraya gelişinin anahtarını verir.

Kapitalist piyasa ilişkileri, gençliğin kitlesel eğitimini gerektiren bir okul sistemini zorunlu kılmaktadır. Okul sistemiyle birlikte tarihsel ve toplumsal olarak gençlik, yetişkinlerin etkinlik alanından ayrılmakta ve okul sürecinde bu aynı yaştaki genç insanlar özgün kitlesel bir grup olarak yeniden toplumsallaşmaktadır. Bu görece bağımsız özgün yapısı, gençlik kitlelerini politikleşmeye yatkın toplumsal bir kesim haline getirmektedir. Okul kurumlarında gençlerin kitlesel kümelenmesi, gerçek bir toplumsal güç yaratması, kendi ideolojisini ve grup bilincini geliştirir.

Farklı köklerden gelen gençler, tüm farklılıklarıyla birlikte okul kurumunda buluşur. Başlangıçta din, dil, ulus, yöre, düşünüş biçimi, ahlaki değerler, estetik anlayış bakımından farklılıklar barındıran bu “doğal” toplaşma, aşkın (evrensel) politik toplumsal bir kimlikte devrimci bir yenilenme olanağına kavuşarak kökenlerinden özerk bir topluluğa dönüşmektedir. Ne var ki, bu tarihsel-nesnel olanak kendi başına doğrudan özgürlük anlamına gelmiyor. Söz konusu aile otoritesinden uzaklaşma süreci, aile, devlet ve piyasanın işbirliğini gerektiren bir kapitalist toplumsallaştırma (terbiye) projesinin gereği olarak yapılmaktadır.

İçinde bulunduğumuz sömürgecilik çağında ve onun özgün üniversite modelinde, sistemin gereksinim duyduğu “işçi” ve onu yetiştiren eğitim programının gereği olarak, “kitle eğitimi”nde yeni bir evreye geçilmektedir. Sistem, geleneksel otoriteyi ya ezerek ya da onunla gerici ittifaklar kurarak gençliği sömürmeye yönelik yeni bir örgütlenme biçimini gerçekleştirmeye çalışmaktadır. Bir ayağını üniversitede gördüğümüz bu yeni örgütlenme biçimi, faşizmin yeni otorite biçimidir. Bu koşullarda, nesnel olarak okul kurumunda biraraya gelen gençlik kitlelerinin öznel politik bir bilince sahip olmaları, devrimci bir mücadele sürecinde, örgütlü olarak yaşandığı sürece mümkün olabilir. Bu süreçte gençliğin devrimci düşüncelerinin kitlesel bir güce bürünmesi ve üniversiteli gençlerin de devrimci biçimlerde düşünmesi, içinde pek çok zorluğu barındıran bir kitle çizgisiyle olasıdır.

Kitleselleşme sorunu, yıllardır solun kronik sorunlarından biri olarak tartışılmaktadır. Sık sık ya zamane gençliğinin “kalitesizliği”nden yakınılarak bunların devrimci bir kimlik taşıyamayacağı ya da solun kalitesizliğinden yakınılanarak ömrünü tüketmiş bir sol anlayışın gençlik kitlelerini örgütleyemeyeceği türünden tartışmalara tanık oluruz. Bu tek yanlı değerlendirmeler, bütünsel bir sorunu sadece tek bir unsuruna indirgeyerek çözümlediğinden eksik kalmaktadır. Sorunu ya “kitlelerin duyarsızlığı”nda ya da “solcuların kütlüğü”nde arayan bu yaklaşımların yüzeyselliği görevi baştan savmanın ya da vicdanını rahatlatmanın yumuşak kaçış noktasını oluşturmaktan başka bir işe yaramamaktadır.

Üstelik dogmatik biçimlerde yorumlanan mücadele ilkeleri ve tekrara zorlanan parlak tarihsel deneyimler de bu kronikliği çözebilecek çıkışlara yol açmamaktadır. Bunları kısaca değerlendirecek olursak, öncelikle “en geniş kitle çalışması içinde en dar kadro çalışması” ilkesini değerlendirmeliyiz.

En Geniş Kitle Çalışması İçinde En Dar Kadro Çalışması

En kaba biçimiyle “kitle içinde kadro çalışması” olarak yorumlanan bu ilke, kitleleri nötr ya da tamamıyla edilgen kabul etmekte ve çalışma yapan kadrolara kerameti kendinden menkul işlevler yüklemektedir. Yani salt kitlelerin içine gitmek ve orada çalışma yapmak değerli bir yöntem olarak görülmektedir. Bu anlayışa göre, “öncü-önder” gücünü zaten kendisinde başından itibaren (a priori-eylem öncesinde) bulunan öncülük-önderlik yeteneğinden almaktadır. Öncülük ona tarih (mücadele) dışı evrensel bir kudret olarak verilmiş gibi davranır. Aynı şekilde, kitleyi tamamen vasıfsızlaştırarak ona bir şeyler vermeyi (sözde devrimci politika), boş kağıdı doldurmak gibi basit bir işlem olarak görmektedir.

Oysa marksizme göre, önderlik-öncülük, ancak kitle eylemi çerçevesinde anlamlıdır. Öncü eylem, kitle eyleminin önünü açmak, kitlenin yaratıcı potansiyelini harekete geçirmek, kitlelere ilham verebilmek amacıyla gerçekleştirilir. Bu noktada, “kadro çalışması” ve “kitle çalışması”, militan kitle politikasının kategorik değer taşıyan iki çalışma düzeyi olarak olmazsa olmaz biçimde birbirini tamamlarlar. Gençlik kitlelerini özgürleştirici bir yaşam tarzına çağıran devrimci gençlik hareketinin çeşitli akımları, bu kitlelere mutlaka devrimci bir politika (aslında tasarım) önermelidir. Devrimci politika somut koşullara bağlı olarak bütünsel ya da tekil olabilir; anti emperyalist, anti faşist, para-kredi sistemi karşıtı ya da aile, çevre, savaş konularında olabilir. Her ne olursa olsun, bunun mutalaka bir kitle eylemi formu kazanabilecek bir niteliğe sahip olması gerekir. Kitlelerin, öncü eylemi zenginleştirerek yeniden üretebilecekleri olanaklar, zaten kadro eyleminin taşıması gereken içkin özellikleri arasında yer almaktadır. Öncünün eyleminin kitlenin eylemine dönüşmesi ilkesi esasında devrimci bir hareket tarzı ve demokrasi anlayışı böylece basit bir kitle çalışması düzleminde bile bugünden gerçekleşme olanağı bulur.

Sistemi radikal olarak sorgulayan devrimci gençlik hareketinin düzen dışı ve düzen karşıtı olmasının somut anlamı, bu ilkelerin gündelik yorumlarında saklıdır. Devrimci hareket, kapitalizmin alternatifi, muarızı, muhalefeti ve hatta basit olarak karşıtı değil, devrimci hareket kapitalizmin aşılmasıdır. Bu nedenle, kitle çalışması anlayışının esası, kitleleri burjuvazinin yapmadığı biçimlerde, bu biçimleri evrensel özgürlük değerleriyle kaplayarak yönetmek değil, radikal olarak “kitleleri yönetmek” anlayışından kopmaktır. Kuşkusuz bu ilkeyi, soyut romantik ya da ideal biçimleriyle değil, onu somut bir çatışma içinde canlı bir pratik olarak değerlendirmek, safiyane aydın titizliğiyle, ademi-merkeziyetçi bir yaklaşımla, sivil toplumcu bir ahlakla yorumlamak değildir. Merkezi faşist bir sisteme karşı mücadede bu ilkeler, uyarlandığı somut örgütsel koşullara bağlı olarak en saf/ideal haliyle değil, özgün somut biçimlerde uygulanır. Bu da her şeyden önce, bunların devrimci bir savaş örgütünün mücadele silahı ihtiyacı çerçevesinde yorumlanması anlamına gelmektedir.

Devrimci Gençlik Hareketinde Süreklilik ve Yenilenme

Gençlikte büyük ölçüde hayal kırıklığı yaratan geleneksel sol politika, gençliğin politik bilincinin oluşmasındaki etkisini giderek azaltmaktadır. Buna karşılık yeni toplumsallaşma yolları ve otorite biçimleri etkisini sürekli arttırmaktadır. Bu noktada eleştirinin merkezine gençlik kitlelerinin sola yönelik “güvensizliği”nden çok, solun kendini yenileme yeteneğini koymak gerekmektedir. Yani devrimci kitle çizgisinde hareket noktası hayal kırıklığı değil, sol yenilenme olmalıdır.

Devrimci gençlik hareketinin sürekliliği, yeni saldırı ve otorite biçimlerine karşı örgütlenmiş mücadele araçları üzerinden yükselecektir. Parlak tarihsel deneyimler ve “eski” mücadele yapıları sadece tarihsel öncüller olarak bugünün mücadelesinde değerlendirilebilir. Fikir Kulüpleri Federasyonu, DEV-GENÇ, Öğrenci Dernekleri, Koordinasyon, kol klüp etkinlikleri bunlar hep bir zamanlar gençliğin yaratıcı eyleminin ürünleri olarak tarihe damgasını vurdular. Şimdi bunlardan kaynaklanan tarih bilincinin ışığında bugünün gençliğini kavrayabilecek politika yapılarına gereksinim var. Gençliğin devrimci potansiyelerini örgütleyebilecek tarz, dil, kültür, ahlak ve estetik değerlerinin üretilmesi devrimci kitle çizgisinin zorunlulukları arasında yer almaktadır. Bugün gençlik mücadelesine yerleşmesi gereken özeleştirel, yaratıcı ve emekçi üslup, gençlik kitlelerinin militan hareketinde özgün formları üretmenin örgütsel altyapısını oluşturacaktır.

Gençlik kitlesi “durağan bir kütle” değildir. Devrimci gençlik pratiğinin ürünü olan teori, mutlaka kitleler tarafından tanınmak ve yaşanmak zorundadır. Eğer 6 Kasım eylemine binlerce öğrenci, teröre karşın yüreğini avcuna alıp her şeyi göze alarak meydanlara çıkabiliyorsa ve bu kitlenin çoğunluğuna bu meydanın dışında üniversite yaşamının herhangi bir yerinde ulaşılamıyorsa, burada sorun örgütlü mücadele eden öznelerdedir. Gençliğin meydanlara çıkması, onun sorunun daha çok ideolojik merkezli değil, güven merkezli olduğunu gösteriyor. Gençlik kitleleri taleplerin içeriğine katılmakla birlikte, onu kendilerine öneren devrimcilerin yaşam tarzlarına güvensizlik duyuyorlar. Devrimci örgüt, birleştirici bir toplum eleştirisinden başka bir şey olamaz; yani dünyanın hiçbir yerinde hiçbir ayrı iktidar biçimiyle uyuşmayan ve yabancılaşmış toplumsal yaşamın tüm yönlerine bütünsel olarak yöneltilen bir eleştiridir. Üstelik bugünün gençliğinin barışçılık, insan haklarına duyarlılık, demokratiklik, çoğulculuk, cins ayrımcı olmamak, haksızlıklara ve eşitsizliklere duyarlılık, çevre ve tarih değerlerine saygı duymak, dünyaya açıklık gibi değerlere belli bir şekilde ilgi duyduğu görülmektedir.

Gençlik Kitleleri Hiçbir Zaman “Boş Kağıt” Değildir

Okul kurumu zemininde kitle eğitimi sisteminin bir araya getirdiği gençlik kitlesi, türdeş (homojen) bir nitelik taşımaz. Farklı sınıfsal, dinsel, etnik, bölgesel köklere sahip gençlik kitlesi, kökenin özelliklerini doğrudan yansıtmasa da, “boş kağıt”, niteliksiz ve edilgen bir topluluk, her şekle girebilecek kadar karaktersiz bir yığın da sayılmaz. Burjuva ideolojisinin gerici aile, mülkiyet, ahlaki düzen, ulus gibi temel prensipleri gençlere önsel olarak verilmiştir. Aslında gençlik, üniversiteye gelirken kendi sınırları çerçevesinde toplumsal değer, anlayış, ilke ve tavırlarla gelir. Zaten “kitleselleşme” sorununda asıl güçlük de buradan kaynaklanmaktadır. Kitle çizgisi, gençliğin devrimci bilinçle “yüklenmesi”ni değil, gençliğin yaşamı ve kendisini devrimci eylem yoluyla değiştirmesini esas alır.

Gençliğin halihazırda değerleri ve ideolojik yönelimleri vardır ve bunların neler olduğunu bilmek gerekir. Devrimci bilinç, toplumsallaşma süreci ile kişiye ve onun konumuna bağlı farklılıklardan etkilenerek oluşur. Kitle eyleminin belli bir biçime dönüşmesi (somut bir biçimde ifade bulması) bu sözkonusu değerlerle yoğrulması halinde olanaklıdır. Bir gencin politikleşmesinde temel toplumsallaşma aracının devrimci eylem olduğu ama, yaşam içindeki diğer toplumsallaşma kanallarının da bu bilincin oluşmasında etkili olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Öğrenci gençliğin politikaya (aslında toplumsal sorunlara) duyduğu ilginin güncele ve kendi kimliğiyle özdeşleştirdiği konulara dönük bulunduğunu, toplumsal konulara ilgisinin az olduğunu ve dışa kapanık bir politik ilgisinin varlığı kitle çalışmasında bir engel değil, bir kitle çalışması işçiliğidir. Bu işçilikle yaratılan devrimci bilinç gençliğe, kendisinden kaçırılan ve kendisine mutlak olarak dayatılan toplumsal düzenin mutlak olmadığına dair devrimci süreç, yani devrimci mücadele bilinci verir. Devrimci gençlik hareketinin bütün teorik akımları burjuva düşüncesinin bu tür mutlakçı dogmalarıyla girişilen eleştirel bir çatışmadan doğmuştur. Yeniliberallerin, postmodernistlerin, hayalperestlerin, ütopyacıların gençliğe, hem de özgürlükler adına mal ettiği anlayış, gençliği, “mutlakçı bir atalet düzeni”ne karşı silahsız bırakmanın anlayışıdır.

“İktidar kalemin ucundadır!” yaklaşımı, devlet terörü çağında devrimci mücadeleyle ele geçirilmesi gereken şeyi, “kanıtlayarak” ele geçirmeye çalışması onun küçükburjuva saflığından ve “alancılığından” kaynaklanmaktadır. “Bilimsel bilgi aracılığıyla tarihe hükmedebileceğine inanan bir harekette devrimci mücadele sorunsalı eksik kalmaktadır. Aynı şekilde, halihazırdaki devrimci mücadeleyi reddederek soyut mutlu toplum imgelerinin ötesine geçemeyen ütopyacılar, her ne kadar gençliğin idealist karakterine seslenebilseler de, gençliği silahsızlandırmaktan öteye gidemezler. Postmodernistlerin, “tarih bitti” gibi tezlerle zamanı belli bir andaki sonuçlarına indirgemeleri, gençlik kitlelerini sürekli “gündelik olan”a mahkum etmektedir. Ayrıca, “her şey, her zaman mümkündür” gibi tezlerle, zaman ve dolayısıyla mücadele zamanı sıradanlaştırılmakta ve toplumsal değişim hep sonuçlarına indirgenmektedir. Bir değişim ve devrim süreci olarak emek sürecini reddeden bu görüş, gençlik kitlelerinde şeylere ve sonuçlarına emek harcamadan ulaşma, kolaycılık ve emeğe karşı duyarsızlaşma eğilimi yaratmaktadır. Devrimci toplumsal zamanı reddeden bu yaklaşımlar, gençlik kitlelerinin toplumsallaşmasında inisiyatifi egemen iktidar odaklarına ve değerlerine verdiği gibi, onun dışındaki bütün toplumsal sorunlara da gençliği duyarsızlaştırmaktadır.

Üniversitedeki Devrimcilerden Üniversitenin Devrimci Hareketine

Şimdilik dağınık bir görünüm sergileyen üniversitenin (öğrenci, aydın-proleter ve işçi) potansiyel devrimci güçleri, birleşik bir mücadele çizgisi üzerinden üniversitenin devrimci hareketini yaratabilirler. Yoksunluk, yıkım ve mağduriyet bunları kendiliğinden devrimci güç konumuna getirmez. Gençlik kitlelerinin soldan kaynaklı hayalkırıklığı, devlet terörü ve piyasa otoritesiyle birleşince yeni bir kitle niteliği ortaya çıkmaktadır. Burada egemen otorite kaynakları devrimci gençlik hareketinin çözülüşünün ve yeni kitlesel yapının kurucu aktörleri olarak devreye girmektedirler.

Ülkemizde ve dünyada örgütlenen yeni gençlik eylemleriyle yenilgiye uğrayan “kapitalist bolluktur ve otorite biçimleridir”. İsyankar gençlik akımları tarafından ortaya atılan ilk şekilsiz protesto biçimleri, doğrudan doğruya, küresel sömürgeciliğe ve onun bütünsel otorite biçimlerine karşı henüz asıl şeklini almamış örgütlenme biçimleridir. “Bunlar, proletaryanın sınıflı topluma karşı başlattığı ikinci saldırının üniversiteli habercileridir.” Devrimci gençlik hareketine dönüşmesi, gençliğin devrim sürecinde örgütlenmesi demektir. Önder ve teori bilincin pratik koşulları içinde oluşur ve doğrulanır. Devrimci teorinin gereklilikleri ve mücadele içinde ortaya çıkan bu tarihsel biçimleri, teorinin bir gerekliliğidir, ancak teorik olarak önceden formüle edilmemişlerdir.

Bununla birlikte, gençlik, dışsallaşmış/ yabancılaşmış gücünün sadece bilgi biçiminde değil, aynı zamanda dernek, kol-klüp, cephe, Koordinasyon, politik gençlik örgütünün gücü biçiminde kendisinden uzaklaştığını hissediyorsa, devrimci gençlik hareketi bütün donmuş dışavurumlara ve her türlü iktidar otoritesine tümüyle düşman bir kitleyle çalıştığını asla unutmamalıdır. Gençliğin devrimi, duyarlılığın devrimdir, hiçbir özgürlüğün kendi dışında kalmasına ve hiçbir otoritenin kendisini, ülkesini ve halkını teslim almasına izin vermeyen bir devrimdir. Gençlik, maruz kaldığı özel bir haksızlıkta, ister aile, ister okul, isterse piyasa olsun bu haksızlıkların büyük çoğunluğunun düzeltilmesinde değil, sadece onu yaşamın dışına atan mutlak haksızlık’ta kendisini gerçek anlamda tanıyabilir. Bu da gençliği, proletaryanın genel amaçlarıyla doğrudan politik bağlantılar kurarak kendini devrimci biçimlerde toplumsallaştıran üniversitenin devrimci hareketi haline getirir.

Devrimci Gençlik (Ocak 2002)