Emperyalizme karşı mücadele hala gençlik mücadelesinin eksenlerinden biridir. Yeni dönem gençlik mücadelesinin gündelik pratiği içinde yer alan olgu ve süreçleri bu mücadele çerçevesinde anlamlandırabiliriz.
Emperyalizme Karşı Mücadele
Emperyalizme karşı mücadelenin tek bir biçimi yoktur. Emperyalizmin sömürgecilik biçimlerine ve saldırı stratejilerine bağlı olarak anti-emperyalist mücadele biçimleri de değişmektedir. Klasik sömürgelerde emperyalizme karşı mücadele ulus ve ulusal bağımsızlık eksenlerinde devrimci bir nitelik taşırken, bu özelliği ortadan kalkmış, emperyalizme karşı mücadele (anti-emperyalizm) kavramının içeriği genişlemiştir. Sırf ulusal bağımsızlık çerçevesinde kalan milliyetçilik bugün devrimci bir nitelik taşımamaktadır. Emperyalizmin sömürge kapitalizmlerinde içsel bir olgu olmasıyla birlikte emperyalizme karşı mücadelenin alanı toplumsal devrim ekseninde genişlemekte ve devrimci bir niteliğe bürünmektedir. Emperyalizme karşı mücadele ulusal bağımsızlıktan toplumsal devrime ilerleyen süreçte devrimci milliyetçilikten sosyalist devrimciliğe doğru mesafe kat etmektedir.
Emperyalizme karşı mücadeleler tarihi “klasik sömürgecilikten” “yeni sömürgeciliğe kadar” pek çok özgürleştirici karşı mücadele deneyimleriyle doludur. Bugün emperyalizm, “yeni dünya düzeni” ya da “küreselleşme” adlarıyla simgelenen bir stratejik hareketin yıkıcı adımlarını atmaktadır. Üniversitelerimizi ve bütün üniversiteli gençliği bu saldırılara karşı isyana çağırmak ve yeni isyanın stratejik devrimci gençlik çizgisini yaratmak temel görevdir. Böylece gençlik, kendi mücadelesini örgütlerken, emekçi sınıfların ve ezilen halkların emperyalizme karşı mücadelelerinin temel bileşeni olacaktır.
Emperyalist saldırının temel araç, kavram ve kurumları olan “MAI, MIGA, Tahkim, IMF, NATO, ikili anlaşmalar ve buna benzer daha onlarca girişimi emperyalizme karşı mücadele çerçevesinde nasıl anlamlandıracağımız” sorusunun yanıtı, gençlik mücadelesinin uzun vadeli atacağı adımların belirlenebilmesi açısından önemlidir.
Devrimci Gençlik Hareketi ve Politikleşme (Politizasyon) Sorunu
Politikleşme, sol hareketin ve marksizmin temel sorunlarından biridir. Bu konudaki kaba algılayışları bir kenara bırakıp Leninizmin çerçevesinden bakarsak politikleşme sorunu, kendiliğinden kitle hareketinin devrim hareketine dönüşmesi dinamiklerini içerir. Leninizm bu sorunun çözümünü, devrimci bir hareketin politik bir düzlemden kendiliğinden kitle hareketine yapacağı müdahalede görür. Yirminci yüzyıl devrimlerine damgasını vuran Leninist yaklaşım, kitle dinamiklerinin politikleştirilmesi bakımından zengin deneyimler sunmaktadır. Ne var ki, Leninizmin kitle dinamiklerine dair bu yaklaşımının, ‘modern toplum’un krizinin yaşandığı zamanımızda, yeni kitlesel dinamiklerin devrime seferber edilmesi çerçevesinde yeniden üretilmesi gerekmektedir.
Bu sorun gençlik mücadelesini doğrudan ilgilendirmektedir. Öğrenci hareketinin en yetkin politik ifadesi devrimci gençlik hareketidir. Üniversiteli gençliğin devrimci potansiyelleri var mı ve hangi stratejiyle devrimci bir gençlik hareketine dönüşür? Kuşkusuz bu soruların yanıtları, en gelişmiş haliyle, ancak bir toplumsal devrim stratejisinin ışığında verilebilir. Ama, yine de bir gençlik hareketini ilgilendirdiği sınırlarıyla anlamlı yanıtlar verilebilir.
Devrimci gençliğin mücadele tarihi bu sorulara ilişkin öğretici yanıtlarla doludur. 1960-70’lerde bütün öğrenci hareketleri neredeyse doğuştan politik oldukları için politikleşme sorunu merkezi bir sorun değildir. Gençlik hareketinin üzerinde yükseldiği temel, oligarşiyle halk arasındaki çatışmanın gerçekleştiği temel alandır. Bu özelliğiyle başından itibaren sistem karşıtıdır ve kendi mücadele dinamiklerini kitlesel olarak seferber edebilmiştir. Bugün gençlik mücadelesi içerisinde öne çıkan politikleşme sorunu ‘80 ve ‘90’lardaki sorunlarla süreklilikler ve benzerlikler taşımaktadır. Kaba bir tarihsel karşılaştırma olsa bile, bu yılları kısaca anımsamak yine de öğretici olacaktır.
12 Eylül Faşizmine Karşı Üniversiteli Gençliğin Aktif Savunma Çizgisi
‘80’lerin öğrenci hareketinde, politikleşme sorunu, “kitleselleşme” başlığı altında değerlendirilmektedir. 12 Eylül faşizminin gençliği politikadan uzaklaştırma (depolitizasyon) politikaları öğrenci hareketinin kitleselleşmesini engelleyen sınırlamalardan biridir. Öğrenci gençlik hareketi bu sınırlandırmayı 12 Eylül faşizmiyle meşru çatışma ekseninde aşmıştır. Gençliğin devrimci eylem çizgisi bu temelde oluşmuştur: militan kitlesel savunma çizgisi… Baskı ve terörün geniş gençlik toplulukları üzerinde yarattığı tahribatlar, korku, öfke, hoşnutsuzluk duyguları ve basit tepkiler, bu çizgi üzerinde bilinçli, örgütlü bir muhalif harekete dönüşmüştür. Bu yıllarda, politikleşme sorunu, faşizme karşı mücadele ekseninde çözülmüştür. Kitleselleşme barikatları, resmi faşist güçlerle öğrenci kitleleri arasında oluşan açık çatışma pratiklerinde aşılmıştır. Böylece, depolitizasyon politikaları kırılmış ve yeni bir politikleşme dönemi başlamıştır.
Yeni Emperyalist Saldırılara Karşı İlk İsyan: Koordinasyon
Koordinasyon hareketinin kaynağı geniş öğrenci topluluklarında harçlara karşı oluşan tepkiselliktir. Harçlara karşı basit protestolarla başlayan hareket, son yılların en kitlesel öğrenci hareketi modelini ortaya çıkarmıştır. 20 Ekim’95 Kızılay’la – 24 Nisan’96 Beyazıt arasında eylemcileri binleri bulan; üstelik halkın kalbini kazanmayı başarmış militan kitlesel bir öğrenci hareketi vardır. Koordinasyon, öğrenci hareketinin örgütsel birikimine katkıları, toplumsal muhalefet hareketine kazandırdığı öncü pratikleri ve alternatif devrimci demokrasi anlayışıyla bütün özgünlüğüyle öğrenci hareketi tarihine damgasını vurmuştur. Ne var ki, Kızılay’la Beyazıt arasında bir de yıkılamayan politikleşme duvarı vardır. Koordinasyon politik sınırları bakımından harçlara karşı basit protesto düzlemini aşamamıştır.
Sorunun arkasında Koordinasyon’un dayandığı stratejik çatışmanın öğrenci hareketinin ortak bilincine yansımaması ve bir devrimci gençlik hareketi biçimine bürünememesi vardır. Harçlara karşı protestonun stratejik özü emperyalizme karşı mücadele ekseninde yatmaktadır. Koordinasyon hareketinin temel eksikliği ise, bu stratejik özün gençlik hareketinin bütünü tarafından kavranamamasıdır.
Özelleştirme basit bir hükümet programı değil, emperyalizmin yeni pazar stratejisidir. Özelleştirme ekonomik ya da ekonomi-politik bir tercih değil siyasal bir tercihtir ve bu özelliğiyle, stratejik bir önemi vardır. Özelleştirme bir pazarın kapasitesini genişletme stratejisidir. Emperyalizm yeni krizinden pazarın kapasitesini genişleterek; yani, sosyal devletten vazgeçerek ve kamu mülkiyetini tasfiye ederek çıkma yoluna gitmektedir. Bu yönelime bağlı olarak sosyal devletin tasfiye edilmesi ve parasız eğitim başta olmak üzere bütün sosyal hakların alınıp satılan bir mala (meta) dönüştürülmesi sürecinin önü açılmıştır. Kısacası, bilginin metalaştırılması, yeni emperyalist saldırı stratejisinin dünya çapında yürüttüğü istilanın zorunlu bir adımıdır. Bu bakımdan, özelleştirmeye karşı mücadelede atılan her adım, yeni emperyalist stratejiye indirilen bir darbedir.
Harçlara karşı (genel olarak paralı eğitime bile değil!) yükselen öğrenci hareketi, yeni emperyalist stratejilerin sömürgeci savaş rejimlerinin sert barikatlarına takılı kalmıştır. Üniversite sınırlarında kalan öğrenci hareketi pratikleri, birleşik toplumsal muhalefet hareketi düzlemine geçememiş, gençliğin devrimci eylemi ise devrimci gençlik hareketi (politikleşme) niteliğine ulaşamamıştır. Aslında, Koordinasyon, özü anti-emperyalist olan, ancak emperyalizme karşı açık çatışma ekseninde kurulmayan, yani emperyalizmin stratejik yönelimlerine değil, bu stratejinin beraberinde getirdiği saldırı biçimlerine karşı kendisini vareden özgün bir öğrenci hareketidir.
Elbette ki, emperyalizmin attığı pek çok stratejik adım, yeni sömürgeciliğin krizinden çıkış üzerine kuruludur. Amaç krizin çözümü değil, sömürgecilik ilişkisinin derinleştirilmesidir. Yeni sömürgeciliğin “klasik” biçimlerini aşan bir sömürgecilik stratejisiyle emperyalist dünya düzeninin sürekliliği sağlanmaya çalışılmaktadır. Elbette ki, üniversite bu “dava”nın dışında kalamaz. Yeni emperyalist stratejilerden güç alan eğitim bilim ve teknoloji politikaları üniversiteye yeni bir misyon (stratejik görev) biçmektedir.
Koordinasyon hareketi emperyalizmin yeni stratejik adımlarının ilk sancılarından doğmuştur. Bilgiyi kar için metalaştıran yeni üniversite misyonuna ilk itirazlar üniversiteli gençlikten geldi. Henüz, toplumsal hareketin özelleştirme sorununun “farkında” bile olmadığı bir dönemde, demokratik öğrenci hareketi, sorunun can alıcı noktasına belki bütünlüklü değil ama rahatsız edici bir vuruş yaptı. Emperyalizmin egemen yönelimlerine karşıtlığı noktasından değerlendirdiğimizde düzen karşıtı bir cephe açtığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Pek çok silahlı hareketin bile düzenin egemen politik, kültürel ve ahlaki yönelimlerine kapıldığı bir çağda, bu alçakgönüllü isyan, üniversiteyi sezgisel de olsa bir karşı çıkışa çağırdı. Sezgiseldi; çünkü, programatik bir karşı duruş değildi.
Buna karşın, onun öncü ve örnek yönlerini de görmek gerekir. Koordinasyon yeni saldırı dalgasına karşı geniş öğrenci topluluklarının ilk hareketidir. Heterojen bir yapıya sahip geniş öğrenci kitlelerini ortak çıkarlar uğruna tek bir talep etrafında seferber edebilmiştir. Neo-liberal burjuva saldırılara teslim olarak, “toplumsal olanı” tarihe gömmeye çalışan bir dünyaya karşı toplumsal yararın başlangıç adımı olan ortak çıkar eksenini yakalaması toplumsal devrime verilen genç romantik bir selamdır. Kaldı ki, Koordinasyon eylem tarzının, dilinin ve örgütlenme tarzının üniversitede ve toplumsal muhalefet hareketinin öteki bileşenlerinin üzerinde olumlu etkiler yaratması ikinci dereceden örnek özelliklerdir.
Yeni Emperyalist Eğilimler Yıkıcı Saldırılara Dönüşüyor
Yeni sömürgeciliğin krizinden çıkış eğilimleri giderek stratejik yaklaşımlara dönüşmekte, ilk sancılardan tahrip edici sömürgeci adımlar doğmaktadır. NATO, IMF, Tahkim Yasası, Sosyal Güvenlik Yasası gibi emperyalist müdahale biçimlerini ifade eden örnekler, katlanarak gelen sömürgeci saldırıların temellerini oluşturmaktadır. Emperyalistlerin sömürgeciliğin sürekliliği stratejileri “borç ve kredilerin geri ödenmesinin garanti altına alınması” hesabına dayanmakta, bunun için gerekli bütün sömürgeci yaptırımlar ise “reform” maskesi arkasında ülkemize dayatılmaktadır. Örneğin, “parasız-eşit eğitim” kalkınmacı sosyal devlet tarafından “anayasal güvence”(!) altına alınmıştır. “Stand-by” dayatmalarında bu anayasal-yasal çerçeveyi değiştirecek düzenlemeler bulunmaktadır. Yani, yeni sömürgeciliğin eski hukuksal düzeni, sermayenin yeni gereksinimleri yönünde, sömürgeciliğin bir başka çıkışına uygun hale getirilmektedir. Bir dönemin ihtiyaçları gözetilerek oluşturulan anayasal çerçevenin; tahkimi, özelleştirmeyi de kapsamına alacak şekilde değiştirilmesi, sermayenin tercihlerinin rejimin kurulması sürecinin belirleyici unsuru olacağını göstermektedir.
Bu yönelim, sadece hukuksal alanda değil, bütün yaşamsal alanlarda yansımasını bulmaktadır. Adeta klasik sömürgeciliğin açık işgalci zorla sömürgeleri tepeden tırnağa radikal olarak düzenlemesi gibi, şimdi de radikal bir düzenlemeye gidilmektedir. Bugün sadece sömürgeleştirme biçimleri farklıdır.
Acaba bu yeni saldırılar üniversiteye hangi misyonu biçmektedir ve yeni eğitim ve bilim politikaları nedir?
Halkla Oligarşi Arasındaki Çatışma, Üniversiteye Bilginin Niteliği Konusunda Yansımaktadır
Bilgi toplumsal yarara mı, yoksa özel çıkara (kar) mı hizmet edecek? Üniversiteye karşı devrimci müdahaleyle, devrimci eylem arasındaki politik çatışma bu odakta toplanmaktadır. Özel karı temel alan emperyalizmin bilgi stratejileri, sürekli yenilenen eğitim, bilim ve teknoloji politikalarıyla üniversitelerimizi istila etmektedir. Sermaye-üniversite ilişkileri, siyasal iktidar – üniversite ilişkileri, YÖK, yönetmelikler, paralı eğitim, özel üniversitelerin yüksek öğretimdeki payının sürekli artırılması, anti-demokratik üniversite idaresi, anti-demokratik ve gerici ders programları, bilimsel çalışmaların azaltılması, üniversitelilerin sosyal haklarının gaspı, barınma sorunları ve daha nice uygulamalar bu istilanın somut görünümleridir.
Kısaca, üniversiteye yönelen sermaye saldırılarının amacı, üniversitelerimizi tekelci sermayenin küresel üretim düzeninin doğrudan hiyerarşik bir parçası durumuna getirmektir. Egemen eğitim, bilim ve teknoloji politikaları kaynağını bu amaçtan almaktadır.
İlk Isyandan Emperyalizme Karşı Gençliğin Devrimci Eylemine
Devrimci gençlik stratejisi bilginin toplumsal yarar için üretilmesi amacını merkezine almaktadır. Ana çerçevesini “demokratik üniversite mücadelesi”nin oluşturduğu yaklaşım en gelişmiş biçimini toplumsal devrim stratejisinde bulur. Devrimci eğitim, bilim ve teknoloji politikaları ise gücünü bu çizgiden alır. Bütün üniversiter olanaklar ve özgürleştirici toplumsal güçler stratejik çıkarları gereği bu politik çizgi üzerinde seferber olmaktadır. Şimdi en çok gerekli olan, bu seferberliğin devrimci hareketidir.
Gençlik hareketinin toplumsal devrim projesiyle buluşacağı program “demokratik üniversite mücadelesi” ise, üniversiter alanda açığa çıkan mücadele dinamikleri, demokratik üniversite mücadelesinin, yani toplumsal devrim programının bir parçası haline nasıl getirilebilir? “Egemenlerin üniversite politikası, bilimin toplumsal yarara göre değil kãrã göre düzenlenmesiyle kendi stratejik çerçevesini oluşturuyorsa, gençlik hareketi bu stratejik çizgiye yönelen “politik eylemin” gerçekleşeceği açık düzlemleri yaratmak zorundadır. Egemenlerin yeni sermaye stratejilerinin ihtiyaçları doğrultusunda hayata geçirdikleri tüm ideolojik-ekonomik -siyasal düzenlemeler, üniversitede de benzer biçimlerde hayata geçirilmektedir. O zaman gençlik hareketinin egemen bilim-üniversite politikalarına karşı oluşturacağı çatışma düzlemleri tüm bu uygulamaların gerçekleştiği alanlardan başlayarak yaratılacaktır. Şüphesiz sermaye saldırıları üniversitede kendiliğinden bazı tepkileri açığa çıkarmaktadır. Bir yandan sermayenin eğitim politikalarının mağduru gençlerin ilk tepkileri açığa çıkarken, diğer yandan da sermayenin yeni egemenlik koşullarına karşı üniversiter unsurların direnci kısmi muhalif unsurları açığa çıkartmaktadır. Öğretim üyelerinin tepkileri bu çerçevede şekillenmektedir. Kendi doğal yapısı gereği bütünsellikten uzak ve daha çok üniversite yönetimleri-YÖK’le yaşanan gerilimler biçiminde tezahür eden bu tepkileri, üniversitenin sermaye egemenliğine karşı stratejik bir eylemin parçaları haline getirebilmek, ancak taleplerini örgütlemekle mümkündür. Benzer biçimde eğitim politikalarının mağduru gençlerin YÖK, ÖSS karşıtı tepkileri bir politik program açısından daha anlamlı olmakla birlikte, saldırıların özünü hedefleyen taleplere sahip olamadığı sürece sistem tarafından kapsanabilmesi -özelleştirmenin ideolojik olarak meşrulaştırılması- mümkündür. Her biri nesnel çatışmalar üzerinden şekillenen bu tepkiler belki yeni bir üniversiteli muhalefetin kurucu dinamikleri olamaz ama sermayenin stratejik saldırılarına karşı “devrimci bir eğitim-bilim-üniversite politikaları”nın tamamlayıcı unsurları halinde örgütlenebilmesi halinde küçük ama değerli tepkiler olacaktır. Ancak gençlik hareketinin kendisini üzerinde örgütleyeceği asli çatışma düzlemi “sermayenin bilgi üretim süreçlerinde üniversiteye biçtiği misyon ve bu temelde açığa çıkan yapısal düzenlemeler”dir. Üniversiter alanın tüm dinamiklerini kavradığı ve kapsayabildiği sürece gençlik hareketi, sistem karşıtı politik bir duruşu örgütleyebilecektir. Üniversitede bilim üretilmesine dair oluşturulacak alternatif girişimlerden, özelleştirmelere karşı, üniversite yönetimindeki sermayenin ‘bilimsel’ bekçilerine karşı örgütlenecek tüm politik-pratik adımlar “stratejik soruna yani bilginin kimin için üretileceği ve üniversitenin bu sürecin neresinde olacağı sorusuna devrimci bir yanıtın verilebilmesini olanaklı kılacak biçimde planlanmalıdır.
Ekim 1999