Üniversitede üretilen bilgi; ülkenin ekonomik, teknolojik, askeri ihtiyaçlarını gidermek için projelere konu olurken, üreten bilgi işçileri yani üniversiteliler de bu alanlarda nitelikli iş gücü olarak piyasaya sunuluyor. Bu yüzden üniversiteler adeta şirketleştirilip, kâr elde edilebilecek veya ülke ekonomisini kalkındırabilecek alanlar haline dönüştürüldü. Üniversite-devlet-sermaye iş birliği yukarıdan aşağıya yapılandırılarak bilgi üretim süreçlerinde egemenliğini kabul ettirdi.
Tarih boyunca her ekonomik, politik değişim üniversitelerde de dönüşümün sebebi olmuş, üniversitelerin amacı ve işleyişi o tarihsel koşullarda şekillenmiştir. Orta Çağ Avrupa’sında üniversiteler, hâkim olan feodal üretim ilişkileri içindeki durağan toplum yapısının korunması için bilginin aktarım yeri olmuştur. 16. yüzyılda hâkim olan merkantalist sistem ile birlikte bilginin metalaşma sürecinin ilk adımları atılmıştır. 16. yüzyıl ve sonrasında üretilen bilgi değerlenmiştir. Dolayısıyla takip eden yüzyıllarda metalaşmaya elverişli bir tarih yazılmaya başlandı.
Tarihin bugününde ise üniversitelerin emperyalist-kapitalist sistemin stratejik ihtiyaçlarına göre dönüşümü sağlandı. Türkiye’nin üniversitelerine bu ihtiyaçlar doğrultusunda özel bir rol atandı: Türkiye’yi emperyalizmin ihtiyaçlarına tam uyum sağlaması ve uluslararası iş bölüşümünde güçlü bir müttefik olabileceğini göstermesi için olabildiğince donanımlı hale getirmek.
Üniversite nam-ı diğer üniversite Ltd. Şti.
Üniversitede üretilen bilgi; ülkenin ekonomik, teknolojik, askeri ihtiyaçlarını gidermek için projelere konu olurken, üreten bilgi işçileri yani üniversiteliler de bu alanlarda nitelikli iş gücü olarak piyasaya sunuluyor. Bu yüzden üniversiteler adeta şirketleştirilip, kâr elde edilebilecek veya ülke ekonomisini kalkındırabilecek alanlar haline dönüştürüldü. Üniversite-devlet-sermaye iş birliği yukarıdan aşağıya yapılandırılarak bilgi üretim süreçlerinde egemenliğini kabul ettirdi. Üniversite yönetimlerinde yer alan sermayedarlar bunun açık göstergesi. Hacettepe Üniversitesi Yönetim Kurulu’nda yer alan Levent Çakıroğlu aynı zamanda Koç Holding’de CEO olarak görev alıyor. Diğer yandan İstanbul Teknik Üniversitesi Yönetim Kurulu’nda yer alan Ahmet Duran Şahin aynı zamanda MeteoEnerji firmasının Genel Müdürü. Üniversitenin tüm katmanlarında sermayedarları ve bu sermayedarların kendi şirketlerinin kazancı doğrultusunda üniversitelerle iş birliği yaptığını görmek mümkün. Ancak bu iş birliği yalnızca bilgi üretim süreçlerinde kendini göstermiyor. Aynı zamanda temel hakların gasbını da sağlıyor.
Geçtiğimiz dönem Hacettepe Üniversitesi’nde öğrenciler Yapı Kredi müşterisi olmaya zorlanmış, Yapı Kredi kartına özel yemekhane girişi ayrılmıştı. Yeni dönemde Yapı Kredi otobüsü birçok üniversitede yerini aldı ve öğrencilerin banka müşterisi olması için çeşitli vaatler sunuldu. Trakya Üniversitesi’nde yemekhaneden yemek alabilmek için, Mersin Üniversitesi’nde “Her 5 Yemekten 1’i Bizden” propagandasıyla kârlı yemek kampanyası için banka müşterisi olmak zorunlu tutuluyor.
Bilginin müşterileri
Üniversitelilerin; banka müşterisi, yemekhane müşterisi, eğitim müşterisi olarak gittikçe tanımlamaları çoğalırken, ürettiği metalaşmış bilginin müşterisi de oldukça ulusötesi bir kapsamdadır. ÖSYM Başkanı Erol Özvar’ın, İstanbul Sanayi Odası Yönetim Kurulu toplantısındaki “Üniversite sanayi iş birliği artık bir tercih değil bir zaruriyet.” ve İstanbul Sanayi Odası Yönetim Başkanı’nın “Sanayi üniversitenin stratejik ortağıdır.” sözleri bu kapsamı kanıtlamakta, üniversitenin bugününe, yarınına biçilen rolü göstermektedir.
Bu sözler yıllardır atılan somut adımların birikmiş hali. Bugünkü dışavurumunun bu kadar açık olmasının sebebi üniversitenin baştan aşağı sermaye çıkarları doğrultusunda yönetilmesi ve bilginin metalaşma süreciyle donatılmış olmasından geliyor. Savunma Sanayi İçin Araştırmacı Yetiştirme Programı (SAYP) bu sürecin bir örneği. ODTÜ, ASELSAN, ROKETSAN gibi kuruluşların iş birliği protokolüyle hayata geçirilen SAYP’ın amaçları arasında “savunma sanayi şirketlerinde çalışanlar tarafından üniversitelerde yapılan lisansüstü tezlerin, şirketlerin Ar-Ge ihtiyaçlarına yönelik olacak şekilde yapılandırılması ve savunma sanayi sektörünün öncelikli alanlarına yönlendirilmesi” var. Bu proje kapsamında da İTÜ, ODTÜ, YTÜ gibi üniversitelerin doğrudan ROKETSAN ile mutabakat protokolü mevcut.
Öte yandan Erdoğan’ın da propagandasını yaptığı, projelerin üretildiği ve yarışmalarla, ödüllerle öğrencilerin daha fazla proje üretimini sağladığı teknofestlere savunma ve sanayi kuruluşları bütçe ayırıyor, kaynak akıtıyor. Teknofestler, “Yerli ve milli teknoloji üretimini artırmak” ve “yeni nesil teknoloji liderlerinin yetişmesi” amaçlarıyla düzenleniyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile ROKETSAN iş birliğinde teknofestte yapılan roket yarışmasında İTÜ’nün öğrenci takımı tarafından üretilen hibrit motorlu roket çok fazla ilgi çekti. Aynı zamanda yine teknofestte düzenlenen, savaşan İHA yarışmasında İTÜ birinci oldu. Teknik üniversiteler hem üretilen bilgi açısından hem de üreten bilgi işçisi (üniversiteliler) bakımından savunma ve sanayinin ihtiyaçlarına hizmet etmede oldukça ustalaştı.
Yerli-milli-özgün sömürü
Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı tarafından piyasaya sürülen “Milli Teknoloji Hamlesi” de yine benzer işlevi görüyor. “Ekonomik ve teknolojik alanda tam bağımsızlaşma” politikasıyla ortaya çıkan Milli Teknoloji Hamlesi, yerlilik-millilik-özgünlük prensiplerini hayata geçirmeyi planlıyor. Bu çerçevede Milli Teknoloji Akademisi de kuruldu ve “geleceğin teknolojik ihtiyaçlarını karşılamayı” amaçlıyor. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ile YÖK arasında imzalanan üniversite-sektör iş birliğiyle de Milli Teknoloji Hamlesine insan kaynağı akıtılmak isteniyor. Bu iş birliğiyle “Sektör Kampüste” programı başlatıldı ve Munzur Üniversitesi’nde Avrupa Birliği’nin fonladığı nadir toprak elementlerinin araştırılması projesi bu kapsamda uygulanıyor. İşte yerli (!) teknoloji hamlesi!
Ayrıca bu projeleri hayata geçirmek için istekli ve projelere katılmak isteyen öğrencilere özel Özdemir Bayraktar Milli Teknoloji Burs Programı açıldı. Özdemir Bayraktar ise 6 Mart günü Siyonist İsrail’e silah ve malzeme satan İtalyan şirket Leonardo ile ortaklık kurduğunu açıklayan Bayraktar Holding’in kurucusu. Yani yerli-milli-özgün teknoloji hamlesi yerli-milli-özgün katliam destekçileriyle fonlanıyor.
Saray’ın üniversiteleri insanlık suçu üretiyor
Bir yandan emperyalist-kapitalist sistem, yeni kâr olanaklarını ve dünyaya hâkim olacak askeri, ekonomik, teknolojik kaynakları Türkiye gibi emperyalizmin boyunduruğu altında olan ülkelerden karşılıyor. Diğer yandan ise gelecek savaşlara hazırlık yapıyor.
Yapılan lisansüstü tezlerin savunma sanayi sektörünün öncelikli alanlarına yönlendirilmesinin istenmesi açıkça emperyalist devlerin dünya üzerinde başlattığı, sürdürdüğü savaşlar için detaylı araştırma yapmayı ve devletin savaşın gerçekleştiği bölgelerde pastadan payı olmasını ifade ediyor.
Yeni nesil teknoloji liderlerinin yetişmesinin istenmesi yoksul halk ve değerli topraklar üzerinden kâr elde eden emperyalist-kapitalist sistemin yöneticilere ihtiyacı olduğunu ve bunu üniversiteden karşılayacağını ifade ediyor.
Çeşitli proje ve akademilerle geleceğin teknolojik ihtiyaçlarının karşılanmasının istenmesi Türkiye’deki yer altı kaynaklarını ve nitelikli insan gücünü kapitalizmin sürdürülebilirliğine akıtacağını ifade ediyor.
Görüldüğü üzere üniversitelerde üretilen bilgiler, üreten üniversiteliler ve projeleri yöneten akademisyenler emperyalist-kapitalist sistemin ihtiyaçlarına yönelik şekilleniyor. Yerli ve milli süsü verilen uygulamalar, kalkındırma hamlelerinin arkasında bir savaş bitiyor diğeri başlıyor. Üniversiteler doğrudan gelecek savaşların bilgisini üretmek için konumlandırılıyor. İsrail-Filistin savaşında İsrail’in düzenlediği Lübnan’daki çağrı cihazı patlaması tam olarak sistemin üniversitelerden üretmesini istediği bilgidir. Suriye’de Alevileri katleden cihatçı çetelerin ve onların kuracağı yerleşimin gelişmesini, donanmasını sağlamak da savunma alanında yapılmak istenenler arasındadır.
Tarihimizde savaşlara, katliamlara, ranta ve sömürüye dair ne varsa egemenlerin kâr hırsını ve buna alet edilen toplumları, toprakları, bilgileri, bilgi işçilerini ifade ediyor. Üniversiteler doğrudan savaşa, sömürüye, katliama bilgi aktarsın, daha iyi savaşabilecek ve egemen güç olabilecek projelerin üretilmesini sağlasın istiyorlar. Ve aynı zamanda kariyer fırsatı, ülke ekonomisine ve geleceğine katkıda bulunma palavraları altında savaşın sürdürülebilirliğini sağlamaya çalışıyorlar. Toplum yararına bilim üretmesi gereken üniversitelerde resmen insanlık suçu ürettiriyorlar. Erdoğan’ın 2025-2026 Akademik Yılı Açılış Törenindeki “Öğrencilerimizin teorik bilgilerini, sanayi ortamında uyguladığı Organize Sanayi Bölgesi Meslek Yüksek Okulu modelini hayata geçirdik.” sözleri bunlara işaret eden bir örnek.
Yine aynı törende uluslararası öğrencilerin artmasına yönelik çalışmalardan ve yurtdışında açılan üniversite kampüslerinden bahsederek eğitimden turizm çıkarmaya çalışan hayallerini de açıkladı. Bir diğer yandan “Pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi öğrencilerimize üç yılda mezun olabilme imkânı sunacak yapısal reformları gündeme alacağız.” sözlerinin üniversitelerde niteliksiz eğitimi normalleştirip, üniversitelileri de hızlıca işçi olarak piyasaya süren bir adımı ifade ettiği gayet açık.
Bu yolun sonu özerk-demokratik üniversite
Daha fazla kâr için bilim üreten üniversitelerin toplumlara bir faydası bulunmaz, bu üretimin işçisi olan üniversiteliler de geleceğin kurucusu olamaz. Açlığın, katliamların, sömürünün son bulduğu bir dünya için herkes sömürü sisteminin devamlılığındaki payını bir kenara itmelidir. Savaşa, sömürüye, katliamlara hizmet etmemek demek üniversitelerden sermayelerin def edilmesini sağlamak demektir. Aksi takdirde tanık olduğumuz/olmadığımız savaşlar sürecek, ülkemizdeki krizler gittikçe derinleşecek. Bu yüzden özerk-demokratik üniversite mücadelesi hiç olmadığı kadar gerçek, yıkıcı ve ihtiyaçtır!