Devrimci kültür üzerine: Yıkacak ve yaratacağız

İnsanlık tarihi boyunca her ideoloji, beraberinde kendi kültürünü oluşturuyor. Bu kültür bireylerde, toplumda yer ediniyor. Bugünün hâkim ideolojisi ise neoliberal kapitalizm. Buradan hareketle, bugünün kültürünü irdelemek; toplumdaki etkilerini, karşı pratiklerini tahlil etmek ve bu pratikleri gerçekleştirmenin yollarını aramak temel görevlerimizden oluyor. Aksi takdirde toplum; eşitsizliklerin, aldatmaların, dolandırmaların, adaletsizliklerin toplumu olacak.

Yok eden bir ideolojinin kültürü

Neoliberal kapitalizm, hayatımıza girmesiyle beraber kendi kültürünü çeşitli araçlar ve pratiklerle inşa etti. Kamusal alanlarımızı, sosyal medyayı, psikolojiyi bu kültürün inşasında önemli bir silahı olarak araç edinerek kendi kültür dekorasyonlarını sosyal medyadan reklam panolarına kadar yaşamımıza dahil etti.

Yaşamlarımızın her alanına maddi manevi hükmedebildiği, ideolojisini toplumda içselleştirmeye sevk edebildiği tüm bu araçları mesken edinerek yalnızlığı, bireyselleşmeyi, depresyon gibi sistem hastalıklarını içimize ilmek ilmek işledi ve işliyor. Yani neoliberal kapitalizm insanlığı her geçen gün mülksüzleştirirken, borçlandırırken, yaşamlarımızı doğrudan piyasanın hizmetine sunarken bir yandan da kitlelerin tüm bunlara karşı direnç gösterme ihtimalini ve potansiyelini dahi ortadan kaldırmak adına tüm araçlarıyla yaşam biçimimizi, hislerimizi, dünyaya bakışımızı kendi sınırları etrafında şekillendiriyor.

Sözün özü; bu kültürel hegemonya, büyük bir toplumsal yıkımın çığ gibi büyüyerek üzerimize çökmesinde rol alıyor.

Çark yaşamın yitirilmesi için dönüyor

Neoliberal kapitalizm; temel yaşamsal faaliyetlerimizden, mutluluğumuzu sağlayan isteklerimize kadar tüm yaşamımızı piyasanın hizmetine sunarak varlığımızı dakikalara, saatlere, paraya dönüştüren sistemin ta kendisi. Yemek yemek, barınabilmek için çalıştığımız; sonra da yaşamaya arta kalan ufacık vakitlerde bir kafede arkadaşlarımızla sohbet edebilmek, sosyalleşebilmek için dahi kazandığımız parayı sermayeye geri verdiğimiz bir düzenekte oradan oraya savruluyoruz. Yaşamlarımızı, yaşam alanlarımızı yitiriyoruz. Yemek yemekten sosyalleşmeye kadar her aksiyonumuza hükmeden, piyasanın boyunduruğu altına alan bu sistemin çarkını da yine bu sistemin kültürü döndürüyor.

Neoliberal kapitalizmin kültürel hegemonyasını yani kitlelerin bu yıkımı, toplumsal çöküşü görüp göremediği ya da buna nasıl ve neden alıştığı sorusu ise bizi kapitalist gerçekçiliğe götürüyor.

Kapitalist gerçekçilik, neoliberal kültürün ayrılmaz bir parçası. Zihinleri yani düşünmeyi ve sorgulamayı veya mümkün kılmayı daha baştan engelleyerek başka bir toplum, başka bir yaşamı imkansız kılarak mücadelenin derinleşmesini engelliyor. Aile kurumuyla, eğitimle, reklam gibi propaganda araçlarıyla hayatımızın içine bu algıyı yerleştiriyor.

Bu algı, kitleleri hareketsiz ve dirençsiz kılan çaresizlik hissini sistemli biçimde örgütlüyor. Kitleleri çaresiz hissettirdiği her alanda kapitalizm kendini yeniden üretiyor. Düşünceleri aciz kılıyor. Toplumsal dirence, isyana ve kapitalizmin sonunu getirecek bir mücadeleye olan inancı çökerten kapitalist gerçekçilik, aynı zamanda toplumun beklentilerini ve taleplerini de kapitalizmin kendi sınırları içerisinde inşa ediyor.

Hâkim kültürün araçları, yine onun en büyük silahı

Neoliberal kapitalizm; kendi propagandasının araçlarını geliştirmeye devam ederken aynı zamanda kamusal araçların her birini yine kendi propaganda aracı haline getiriyor.

Bunlardan biri dijital araçlar olarak karşımıza çıkıyor. Dijital araçlar, neoliberal kapitalizmin propagandasının büyük bir kısmını, belki de en tehlikeli kısmını karşılıyor. Sosyal medya platformları kapitalizmin ve kapitalist tekellerin boyunduruğunda kapitalizme ve kapitalizmin fikriyatına hizmet ediyor.

Toplumun gerçeklikten uzaklaşıp, ekranla bağ kurmasını ve ekranda gözükeni hayal edip, yaşamdan kendini soyutlamasını sağlıyor. İşte bu, topluma birçok alanda olduğu gibi bizzat siyaset üretiminde de üreten değil, tüketen anlayışı entegre ediyor. Sosyal medya platformlarında üretilen popülist anlayışlarla siyaseti, toplumsal kaygıyı ve direnci aktivizmle sınırlandırarak sosyal medyayı kendi propaganda aracı olarak değil, bireysel özgürlüğün alanı olarak gösteren çarpık bir düşünceyi yaratıyor. Aktif siyaset üretimini, kapitalizme karşı direnci dahi kendi sınırlarına indirgeyerek, toplumu da sol siyaseti de neoliberal bir mekan haline gelen sosyal medyaya sıkıştırıyor.

Siyaset üretiminin yanı sıra kitleleri sosyal medya üzerinden bireysel başarı ve kariyerizme yönlendiren bir anlayışı örgütlüyor. Sosyal medya üzerinden pandemi dönemiyle birlikte yaygınlaşan “influencerlık” benzeri online işler de bunun büyük bir örneği olarak kitleleri rekabetçiliğe sürükleyen çarpık bir anlayışın ürünü olarak karşımıza çıkıyor. Dolayısıyla kapitalizm, yeni kültürünü sosyal medyada oluşturduğu gösteri kültürü ile yaygınlaştırarak rekabetçiliği, bireyselliği bizzat pekiştiriyor.

Dijital araçların yaygınlaşmasının ve çarpık kullanımının sebeplerinden biri ise kamusal alanlarımızın teker teker yitirilmesinden doğru geliyor. Neoliberal kapitalizm, kamusal her alanı sermayenin hizmetine devreden politikayı seyrediyor. Doğanın tahribatı, çarpık kentleşme gibi piyasaya hizmet eden uygulamalarla beraber kamuya ait her alan özelleştirilerek toplumun kamusal alanlarda gerçekleştireceği her faaliyete bir bedel biçiliyor. Bahçelerin, doğanın, kamuya ait kurumların yani toplumun değil; gökdelenlerin, plazaların, restoranların, alışveriş merkezlerinin, şirketlerin, reklam panolarının yani sermayenin dünyasını kurarak kamusal alanlarımızı gasp ediyor. Kamusal alanlarımızla beraber ortak yaşamı, kolektiviteyi, toplumsal bilinci de yitiriyoruz.

Böylece insanların etkileşim, ortak yaşam ve tartışma mekanları olan kamusal alanlar sermayenin eline geçtikçe insanların bir arada bir şeyler yapabilmesi engellenerek, bireysel hareket etme zorunluluğu kendini gösteriyor.

Bireyselleşme, yalnızlık gibi duyguları körükleyen sistem, kendi hastalıklarını da üretiyor. Böylece koca bir toplum; depresyon, anksiyete gibi sistem hastalıklarının pençesinde yaşamdan kopuyor. Çaresiz, yalnız ve umutsuz hisseden, kendi için dahi hareket edemeyen dolayısıyla toplumu unutan ve ondan soyutlanan yığınların dünyası şekilleniyor.

Kurtuluş yolunu seçiyoruz

Çıkış yolumuz; örgütlü mücadeleyi geri kazanmakla, toplumsallaşmakla gelecek. Neoliberalizmin irademizi felç ettiği, bireyselleştirdiği, yalnız hissettirdiği, var oluşumuzu piyasanın hizmetine sunduğu bu yolda kurtuluşu arıyoruz.

Tüm bunlarla mücadele; örgütlenmenin önündeki engelleri birebir aşmaktan, umudu toplumsallaştırmaktan, neoliberalizmin tüm araçlarına karşı alternatifler yaratmaktan geçiyor. Kapitalizmden, neoliberalizmden özgürleşmenin inşası, devrimci bir kültür yaratma iddiasının temel hedefi olarak pratiklerimizde karşılık bulmalıdır. Devrimci bir kültürü inşa edecek pratikleri yaratmakla neoliberalizmin tahtını devireceğimiz günler yakın.

Tüm bunları nasıl yapacağımız, bahsettiğimiz karşı pratiklerin neler olduğu ise başta neoliberal kapitalizmin yıkıcı sonuçlarını tepetaklak edecek dayanışma pratikleri kuran temel mücadele biçimi olacaktır. Görevimiz, sınıf yapısının bizzat kendisini ortadan kaldırmanın hedefiyle sınıfa dönmekten, yoldaşlığı ve dayanışmayı kurmaktan geçiyor. Topluma yoldaşlığı ve dayanışmayı gösterdiğimiz pratikler, kapitalist gerçekçiliği yerle bir edecek, kitleleri dirence ve isyana götürecek, kapitalizmin sonunu getirecek olandır.

Hâkim ideolojinin yarattığı bireyselleşme, yalnızlık, umutsuzluğa karşı toplumsal dayanışma gösterecek yoldaşlık pratiklerini kamusal yaşam alanlarına ve biçimlerine taşımak, yani alternatifi mümkün kılmak ve doğru adres olmak zorunluluktur.

Bu zorunluluk; işçileri kazanım alacağı, yoksulluğa karşı yalnız mücadele etmeyeceğini ve kurtuluş yolu olduğunu gösteren hareketlere yönlendirmek yani nerede halkı aldatan varsa orada doğruya ışık tutan olmaktan, afetlere hazırlıklı biçimde doğrudan afetin maddi manevi yıkımına uğrayan halkın yanında bitmeye kadar her karanlığa aydınlık getirecek ve umudu toplumsallaştıracak pratikleri var edebilen yer olmaya kadar uzayıp gidecektir. Böylece, örgütlü mücadelenin bireylerin hayatında somut karşılığı olacak dayanışma ve yoldaşlık pratikleri yaratılacaktır.

Bunun yanı sıra bugün kapitalizmin iletişimi ve iletişimsel tüm araçları kendi hizmetinde inşa ettiği kültüre karşı devrim mücadelesinin bu temeldeki mücadele hattı bedenselliği geri kazanmaktır. Kapitalizmle beraber bedenimize yabancılaştığımız ve bedensel anlamda toplumda var olmayı değersiz hale getirip var oluş biçimlerimizi yalnızca emek gücü aracı haline indirgeyerek ya da internete sıkıştırarak bedensellik algısını yitirmeye yol açan, bunu da doğrudan tüm ilişki alanlarımızı ve yaşamsal faaliyetlerimizi soyutlayan çarpık dijitalleşme ve çalışma hayatı ile gerçekleştiren bir anlayışın yaygınlaştırıldığını görüyoruz.

Buna karşılık; kamusal alanlarda kolektif faaliyet yürütülebilecek kültür sanat çalışmaları oluşturmak, dijital araçlarda yandaş medyaya alternatif medyacılık kanalları örmek gibi en küçük örnekler dahi bedenselliği geri kazandıracak ve interneti neoliberal hükümdarlıktan kurtarmaya adım oluşturacak pratikler olacaktır.

Dijitalleşmenin yanında, neoliberal kapitalizm kamusal alanlarda kendi kültürel dekorasyonlarını oluşturabildiği kültürel hegemonyaya sahiplik ediyor. Reklam panolarından billboardlara kadar her alanda kapitalizmin propagandasını gördüğümüz yerlerde, bu propagandayı alaşağı edecek pratikler de oluşturabiliyoruz. Billboardları, mağaza duvarlarını karşıt yazılamalarla donatmak dahi hâkim kültürü tepetaklak edebilen bir pratiğin adımlarını örgütlüyor. Haziran İsyanı’nı, bu kültürel dekorasyonları alaşağı eden pratiklerin en büyük örneklerinin çıktığı tarihsel bir birikim olarak görebiliriz. Erdoğan’ın halka “çapulcu” demesiyle “çapulcu” söylemi halk tarafından sahiplenilerek Haziran İsyanı döneminin karşı savunması ve mirası haline gelmişti. Böylece Erdoğan’ın söylemi, tepetaklak edilmişti. Tüm bu örnekler aslında yıkımdan yaratıcılığa kapı aralayan bir kültüre miraslık eden deneyimler olarak karşımıza çıkıyor.

Tüm bu pratikler, bizi bir “mümküne” sürüklüyor: Baştan yaratmanın mümkünlüğüne…

Alaşağı edecek, baştan yaratacağız

Kapitalizmin kültürü; bireyselliğe, kolektivite yitimine, pasifize olmuş kitlelere ve sol siyasete, sistem hastalıklarına, kısacası büyük bir toplumsal yıkıma ve çöküşe bizzat başrollük ediyor.

Bu yüzden devrimci bir kültürün yaratılması yalnızca toplumun refah seviyesini artırmak değil aynı zamanda toplum sağlığı, eğitimi insanlık için de önemli bir anlam taşıyor. Bunu nasıl sağlayacağımız ise devrimci pratiklerimizde yatıyor. Bu devrimci kültürü yaratacak olan pratikler, sınıfın kendisinde bizzat bu kültürü var edecek eğilimleri örgütleyecek olan siyasi mücadele programını yaratabilmekten ve potansiyeli gerçekleştirmekten geçiyor. Kapitalist kültür var olduğu sürece, kitlelerin direnci ve isyanı kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüze gelecek. Bu gerçek kitlelerin kurtuluş fırsatıyken kapitalizmin en büyük savaşı, önündeki en büyük tehlike olmaya devam edecek.

Devrimci bir kültür inşa etmek hedefiyle dönüp bakacağımız yer, yine sınıflı toplumun kendisi. Kitlelerde süregelen direnç ve isyan dalgaları; karşı kültürü oluşturacağımız, kapitalizmin kültürel dekorasyonlarını alaşağı edeceğimiz, hâkim kültürü dönüştüreceğimiz pratikleri karşımıza çıkardı, çıkarmaya da devam edecek. Kapitalizm var olduğu sürece, kitleler direnişten toplumsal bir miras oluşturacak, bu mirası kültür edinecektir. Bu pratiği devrimci yönde derinleştirecek olan; isyan eden yığınların ihtiyacını karşılayabilecek ve devrimci bir kültür inşasında hazırlıklı olan, kitleleri devrimci mücadeleye yönlendirebilecek siyaset biçimine sahip olabilmektir.

Beklemek yerine bugünden kapitalizmin duvarlarını aşındırmaya, devrimci kültürü bugünden kurmaya başlamanın yolu bu anlayışla kitlelere kurmaylık edecek olan siyasettir.

Bugünden yarını kurmanın, kapitalizmin kültürünü alaşağı edecek olmanın iddiasıyla, heybemizde isyanımız ve bu isyanı örgütleyecek olmanın sorumluluğuyla yürüyoruz!