Kadro – Biz ne için savaşıyoruz?

21. yüzyılın ilk çeyreğini doldururken kapitalizmin ideolojik hegemonyasının, kapitalizmin yıkılamaz ve aşılamaz olarak kanıksanan doğasının bizi sürüklediği karanlıkta tam her şey bitti sanılırken, devrim ve sosyalizm adına bir çıkış kapısı belirdi. Bu çıkış kapısı, toplumun en örgütsüz, en başıboş ve en öfkeli halinin sokağa dökülmesiydi: isyan!

Tüm dünyada ve Türkiye’de isyanların yaşanması; bu isyanların özellikle neoliberal kapitalizmin ideolojik ve pratik hegemonyası içinde doğmuş, büyümüş, gelişmiş bir gençlik kuşağının merkezinde yer alması, Devrimci Gençlik kadrolarına tarihi görevler yüklemektedir. Bu görevlerin yerine getirilebilmesi ancak ve ancak kapitalizmin tüm gerçekliğinden arınarak, sosyalist bir toplumun “mümkün” olduğunu kanıtlayacak bir devrimci yaşamın örgüt içinde kolektifleştirilmesiyle sağlanabilir.

Örgüt–kadrolar–yoldaşlık üçgeni tek başına sosyalist bir toplum gibi işlemeli ve onun ihtiyaçları üzerinden şekillenmelidir. Bir devrimci olarak kendimizi nasıl yaratacağımız, önce nasıl bir toplum istediğimize karar vererek sağlanabilir. Ne için savaştığını bilmeden nasıl bir savaşçı olunacağı kestirilemez. “Biz ne için savaşıyoruz?” sorusunun tüm yoldaşlarımız için cevabı aynı olmalıdır: İşçilerin emeğinin sömürülmediği; kadınların sokakta özgürce gezebildiği; çocukların iş cinayetlerine kurban gitmediği; gençliğin gelecek kaygısı taşımadığı; eşit, özgür, adil, sömürüsüz bir toplum için savaşıyoruz. Bu savaş insanlık tarihi kadar eskidir; bu savaş insanlığın en büyük gerçekliğidir.

Savaşın tarihi ne kadar uzun olursa olsun, tam olarak bulunduğumuz yerden geçmişe baktığımızda toplumsal dayanışmanın, direnişin, değişimin tüm mekanlarının kapitalizmin kendisini insanlığın direncine göre adapte etmesiyle dönüştüğünü ve bu mekanların insanlığın elinden alındığını görmekteyiz. Neoliberal kapitalizm, insanın “toplumsal” bilincini ve kamusal–toplumsal alanlarını zaman içinde dönüştürdü. Bu dönüşüm sonucunda yalnızlığı ve rekabeti, dayanışma ve birlik kültürünün yerine koydu. Bunun için tüketim kültürünün en ahlaksız, en onursuz, en şerefsiz halini yarattı. İnsanların birbirlerini tüketerek yaşadığı bir toplum inşa etti. Tam da böyle bir toplumda, neoliberal kapitalizmin yarattığı ahlak, kültür ve alışkanlıklar dışında hiçbir şey görmeden yetişmiş gençlik kuşağı, sosyalizmin ne denli mümkün olduğunu sokağa çıkarak, isyan ederek göstermiş oldu.

Devrimci kapasite ve örgütsel kapasite

19 Mart isyanı ile gençlik, kitleler halinde politik bilinç kazanıp örgütlü mücadeleye katılırken neoliberal kültürün yarattığı tüm geri eğilimleri de beraberinde getirdi. Ancak örgütlerin mevcut kapasitesi, bu geri eğilimleri taşımaya ve dönüştürmeye yeterli değildi. Gençliğin devrimci örgütü olan Devrimci Gençlik de mevcut kapasitesiyle bireyciliği, rekabeti, yalanı, egoyu, yozluğu tüm alanlardan süpürecek yeterlikte değildir. Bu yüzden Devrimci Gençlik kadrolarının yeni dönemdeki görevi; isyancı gençliği kapsayacak, devrimcileştirecek, geri eğilimlerini törpüleyecek ve yeteneklerini parlatacak esnekliği ve kapasiteyi Devrimci Gençlik örgütüne kazandırmaktır.

Bu görev her bir kadro için farklı başlıklara bölünecektir. Bu işin bir sırrı yoktur. Bu görev geçmişe bakılarak da çözülemez. Bu nedenle her bir kadro bu görevi yerine getirirken zorlanacak ama yılmayacaktır. Bu işin sırrı olmasa da her bir devrimci üç anahtar konu hakkında düşünmelidir. Birincisi devrimciliktir: Tarihe düşülen notlar dışında bugün devrimcilik ne demektir, bugünün şartlarında devrimcilik nasıl yapılır, devrimci kime denir… Bu sorulara hayatın içinden cevaplar üretilmeli; bu üretilen cevaplar tekrar tekrar sınanmalı ve irdelenmelidir.

İkincisi kişinin kendisidir: İnsan ilişkilerim nasıl, insanlardan beklentim ne, kendi geleceğimi nasıl görüyorum, gündelik alışkanlıklarım neler, iletişim alışkanlıklarım nasıl, yeteneklerim neler, zaaflarım neler… Bu soruların her birinin cevabı gün gün değişkenlik gösterebilir; ancak soruların net cevaplarını düşünmek ve kendimizden her anlamda emin olmak gerekir.

Üçüncüsü örgüttür: Örgütün boşlukları nelerdir, bu boşluklar hangi alanlarda yoğunlaşıyor, örgütün sınırları nedir, bu sınırlarda siyaset yapmanın avantajları ve dezavantajları nelerdir… Bu sorular dikkatle ele alınmalı, ağır eleştirilmelidir. İşte bu üç başlıkla devrimci kapasitemizi genişletecek, bu kapasiteyi kolektifleştirerek örgütün kapasitesini genişleteceğiz.

Devrimcilik hakkındaki sorulara verdiğimiz cevaplarla kendimize dair yaptığımız saptamalar arasındaki çelişkiler neoliberalizmin yarattığı gerçekliktir. Devrimci, sosyalist bir toplum gerçeğine en yakın kişi olmalıdır. Bugünkü halimizle sorulara cevap verdiğimiz devrimci arasındaki makası kapatmak, kadroların birincil görevidir. Örgütün boşlukları beslendiği kanal ile doğrudan ilişkilidir. Beslendiği kanal gençlik ise bu boşlukları kapatmadan gençliğin en kitlesel, en devrimci hareketi yaratılamaz. Saptanan her bir boşluk kendimizle, kendi devrimciliğimizle doldurulmalıdır. Boşlukları görmek ve devrimciliğimizi bu boşlukları doldurabilecek kapasitede geliştirmek, örgütü isyancı kuşağın, isyanın örgütüne dönüştürecek yegâne etmendir.

İlkemiz basit; halka karşı suç işlemeyen herkesi örgütlenebilir

Toplumun belki de en örgütsüz hâli isyan olabilir. Başladığında insanlar yanlarındakini tanımaz, ne için isyan ettiklerini bilmezler. Sadece öfke duyarlar. Ancak isyanı bastırma çabası isyanı aynı zamanda örgütler. TOMA, biber gazı, cop karşısında nasıl duracağını; hangi sokakta nasıl kavga edeceğini, baskılara karşı nasıl duracağını yanında hiç tanımadığın insanları yavaş yavaş tanıyarak öğrenirsin. İsyan etmenin ilk koşulu örgütsüzlüktür; isyanın devam etmesinin tek koşulu örgütlenmektir. Örgütlenmek, en geri hâlin değişip dönüşmesidir. O zaman öznenin aklının, duygularının, bedeninin en geri halini örgütlemek zorunludur. Bu zorunluluk kadar esnek olmak da devrimcilik kalıplarına uymalıdır. Toplumun çelişkilerinin siyasal temsilleri kapitalizme yenilmişse ve toplum kapitalizm elinde yozlaşmışsa, bunun sorumlusu halk değildir. Bu nedenle isyanda ya da isyanın geri çekildiği anlarda temas ettiğimiz her bir insan muhtemelen geri eğilimler taşıyacaktır.

Karşımızdaki kişiyi “egoist, bireyci, yoz, disiplinsiz” vb. diye etiketleyip örgütlememek; kapitalizmin ve onun karşısında tarih boyunca yenilmiş mücadelenin suçunu topluma yüklemek demektir. İsyanın en ileri çıkan öznesi de aynı zamanda geri eğilimleri en ön plana çıkan olacaktır; çünkü isyan, örgütsüz kitlelerin, başıboşluğun temsilidir. Devrimcilik, bu özneyi kapsayacak örgütü var etme; bu öznenin krizlerini yönetebilme işidir. Yanı başımızdaki yoldaşımız örgütü merak etmeyebilir, örgütsüz davranabilir, kavgaya giremeyebilir, kendini yoldaşlarından üstün tutabilir vb. Belki de geçmişte devrimcilik adına suç sayılan her şey çevremizde yaygınlaşabilir. İşte burada ne yapacağımız kritiktir.

Gençlik kitlesinin neoliberal kültürle bezendiğini tahlil ediyorsak; isyanın öz gücünün, örgütsüz kitlelerin biriken öfkesinin patlaması olduğunu söylüyorsak, esnekliğimiz bu insanları devrimcileştirmeye yönelik olmalıdır. Bu nedenle yoz olan her şey yanlış olmakla birlikte, yozlaşan herkesi örgütlemek zorunludur. Tek bir genci kapitalizmin ideolojik kümesine kaybetmeyeceğiz motivasyonuyla hareket etmeliyiz. Burada en önemli ilkemiz, halka karşı suç işlemeyen herkesi örgütlü mücadelenin bir noktasında tutabilme çabasıdır. Gençliğin bugün en ön plana çıkan geri eğilimleri disiplinsizlik, yozlaşmış duygusal ilişkiler, tüketim alışkanlıkları, ego ve madde kullanımıdır. İsyanın tekrar patladığı bir anda barikatın önünde disiplini bozan, eylemde esrar kullanan, örgütsel görevleri kendi egosunu tatmin etmek için kullanan, yoz ilişkileriyle çevresine zarar verenler olacaktır; hatta bazısı bizim yoldaşlarımızdan olabilir. Burada karşımıza “silah altına almak” kavramı çıkar.

Nedir bu silah altına almak?

İsyanda kitleler sokağa çıktığında barikatı çıplak göğüsle, cesaretle yıkmaya çalışır ve başaramaz. İşte burada ihtiyacımız olan şey, bir zorunluluk anında isyanın kurmayları tarafından kitlelerin silah altına alınmasıdır. Silah altına almak, sözlük anlamıyla “askerlik görevine başlatmaktır.” Biz bu deyimi “bir amaç uğruna kitleleri zorunda bırakarak donatmak” olarak kullanıyoruz. Ani gelişen isyan anında kitleleri; barikatı yıkabilecek, TOMA’ya direnebilecek, gaz yemeyecek ve gaz yiyenleri hemen ayağa kaldırabilecek; başta kendini gözaltına verdirmeyecek bir donanmaya sahip hâle getirerek mevziye göndermeliyiz. Kitleler buna itiraz etmeyeceklerdir; çünkü savaşın zafer ihtimali onları heyecanlandırmıştır.

İşte devrimciler tam da bu noktada isyanın kurmayları olmalıdır. Örgütsüz kesimler sokağa çıktığında en bireyci, en egolu, en disiplinsiz hâlleriyle çıkarlar. Bir devrimci, kitlelerin bir adım önünde durmalı; isyana kadar disiplinini, iradesini, kültürünü, duygularını, aklını en ileri seviyeye kadar bilenmeli ve isyan çıktığında kendi disipliniyle kitleleri silah altına aldırmalıdır. Toplumun en örgütsüz, en başıboş ve en öfkeli halini doğru bir amaçla motive etmeli, bu amaç uğruna anlık olarak silah altına almalı ve düzensiz toplamları düzenli orduya çevirmelidir. Bir devrimci kadro, bu motivasyonla kendini karşısındaki krizlere göre sönümleyip tekrar tekrar üretirse; isyana kurmaylık edecek beceriyi örgütün toplam kapasitesi haline getirirse zafer kaçınılmaz olacaktır. Zafer bayrağının altında, eşit, özgür, adil ve sömürüsüz bir dünyada görüşmek dileğiyle.