İnsanlığın kendi kaderini eline alma mücadelesinde devrimler de yenilgiler de yaşandı. Tüm bu mücadele tarihi yeni devrimci kuşaklara devredilerek bugünlere geldi. Bugün içinde bulunduğumuz durum, ne tek başına bizim fiillerimizin sonucu ne de tamamen geçmiş devrimci kuşakların. Geçmişin ve bugünün devrimci kuşaklarının ortak sorumluluğunda.
Dünyada küreselleşen özelleştirme ve kamusal hakların piyasalaştırılması ücretli kölelik sistemini derinleştirdi. Türkiye’nin de içinde yer aldığı yeni sömürgelerin egemen sınıfları halkını adeta köle pazarında satarak hem emperyalist devlerin ihtiyaç duyduğu emek gücünü sağladı hem de kendi zenginliğine zenginlik kattı. Barınma, beslenme, ulaşım, eğitim ve sağlık hakkını karşılamak güçleştikçe insanlık köleleşmeye devam etti.
Halkın köleleştirilmeye karşı tepkileri hak mücadeleleri biçiminde ortaya çıktı. Emeğine, kentlerine ve doğasına, haklarına özetle onuruna sahip çıkan halk hareketinin üniversitelerdeki özgün biçimi müşterileştirmeye ve piyasalaştırmaya karşı mücadele biçimini aldı. Halkın devrimci potansiyel taşıyan öznelerinin örgütlenmesi ve hak mücadeleleri hareketinin yaratılması, neoliberal politikalara karşı koyan halkın örgütlülüğünü ve yığınaklarını gösteriyordu. Bu yığınaklar Haziran İsyanı’nda kendini gösterdi. Tarihte o ana kadar kamusal alanlar için verilen en büyük isyan olarak karşımıza çıkan Gezi biriken öfkenin patlamasıydı. Ancak başarıya ulaştırılamamış isyanların sonucu olarak Türkiye solu kan kaybederken, Saray rejimi krizlerden çıkmayı başardı. Kendine rakip müttefiklerini elimine etti, yeni müttefikler yarattı. Fetullah Gülen gitti, MHP ve diğer tarikatlar geldi. OHAL ile beraber Saray, halkın muhalefet kapasitesine saldırdı. Direnemez, karşı koyamaz hale getirebilmek için yeni araçlar, yeni teknikler ve yeni müttefikler edindi. Neticede bir bakıma başarılı oldu. Saray’ın çöküşünü, rejimin yıkılışını, insanlığın prangalarından kurtuluşunu 21. yüzyılın ilk çeyreğine kadar geriletebildi. Ancak bu topraklardan başka gidecek yeri olmayan halkın, hayatta kalabilmenin tek şartına dönüşen devrimlerin kapısını aralayacağı kuşkusuz bir gerçeklik olarak önümüzde duruyor.
Ayak seslerimiz Saray’ı sarsıyor
En nihayetinde 19 Mart’ta Ekrem İmamoğlu’nun gözaltına alınması ile Beyazıt’ta toplanan binlerce üniversite öğrencisi, barikatları aşarak isyanın fitilini ateşledi. İstanbul’un uzun ve dar sokakları on binlerce üniversitelinin yürüyüşüne tanıklık etti. İsyan ile beraber politikleşmiş gençlik yığınları iktidar ve halk güçleri arasındaki çatışmada tarihsel anlamı olan Taksim’i hedefledi, sloganlaştırdı ve yürüdü. 1 Mayıs’ta İstanbul’da her sokak Taksim’e çıktı. İsyanın militan karakterini görmezden gelerek 1 Mayıs’ta Kadıköy kararı alanlar Taksim’e ihanet suçu işleyip, isyanın gerisinde kaldı. Yaşanan bu kırılma safları keskinleştirdi ve mücadele tarihinde yer edindi. Mücadelenin geleceğinde yeni militan bir hattın kuruluşunda Taksimciler öncülük üstlenecektir.
Bu yeni militan mücadele hattı ancak ve ancak kendini isyanın en geniş mücadele kolu olarak kurucu inisiyatifin alınmasıyla ortaya çıkarılabilir. Bu kurucu inisiyatif, gençliğin isyanında olabildiğine yaygınlaşan “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş!” sloganının tarihsel mirasıyla hareket edebilenlerin elinde olacaktır. Henüz meşru, militan ve kitlesel mücadele hattının en geniş zemini kurulmamış olsa da militan eylemlerde buluşan gençliğin ayak sesleri Saray’ı sarsabilmiştir. Bu adımların atılabilmesi, yüz binlerce gencin isyan etmesi de elbette bir anda gerçekleşmedi. Gençlik isyan edebilmenin ön koşulunu sağlayabilmek için irili ufaklı isyanlarla korkuyu kırmayı, birleşerek hareket etmeyi öğrendi. Saray’ın “politik kitle pasifikasyonuyla” isyan bastırma rejimi olarak zihinlerimizde, yaşam alanlarımızda, bedenlerimizde kendini sürekli olarak var etmesi bir araya gelerek ortak bir amaç uğruna isyan etmenin önünü tıkıyordu. Bu tıkanıklığı, Boğaziçi’ye kayyum atandığında, Enes Kara tarikat yurdunun baskı ortamında canına kıydığında, Zeren Ertaş yurt asansörü denetlenmediği için katledildiğinde, İstanbul Üniversitesi turizme açılmaya çalışıldığında, ODTÜ Bahar Şenliğine yasak koyulduğunda bir araya gelerek, talepler üreterek ve isyan ederek aşmayı başardı. Tüm bu deneyimler olmasaydı 19 Mart’ta, Beyazıt’ta polis barikatına yüklenecek ve onu aşacak bir gençlik var olamazdı.
Halk isyandan, isyan halktan ne bekliyor?
İsyanın ana taşıyıcı unsuru kuşkusuz gençlik hareketidir. Ancak boykot hareketinde ipuçları yakalanan potansiyel, isyanın geniş halk kesimlerine genişlemesi, işçi sınıfının bağımsız ideolojik hattı doğrultusunda büyütülmesi ihtiyacı ortadadır ve önümüzde görev olarak durmaktadır.
Bu ihtiyaç, isyanla beraber politikleşen gençliğin geniş kesimlerinde dahi yankı buluyor. Gençliğin isyanında bahsederken geçmişte irili ufaklı isyanların sıklaşması, şiddetlenmesinin topyekûn bir isyanın başlangıcına hazırlık olduğunu söylüyoruz. Bu geniş halk kesimleri için de geçerlidir. Saray rejimi, işçi sınıfının isyan kapasitesini bir süreliğine bastırmış olsa da bunun sonsuza dek sürmeyeceği aşikardır. Gençlik hareketini büyük bir isyana sürükleyen ufak isyanları dahi aşabilen işçi direnişleri, doğa direnişleri, kent hareketleri memleketin dört bir yanında devam ediyor. Belediyelerde taşeron işçilerin direnişleri, enerji, maden gibi stratejik sektörlerdeki işçilerin hak hareketleri, sağlık ve eğitim gibi kamusal haklar mücadelesine giren alanlarda sağlık emekçilerinin, özel sektör öğretmenlerinin mücadeleleri, maden şirketlerine karşı köylü direnişleri parçalı da olsa kendisini gösteriyor. Ancak sınıf çatışması derinleştikçe bu mücadelelerin işçi sınıfının bağımsız ideolojik hattı doğrultusunda büyütülmesi ve bu hattın örgütünün kurulması ihtiyacı da bir o kadar artıyor.
Gençliğin devrimci eyleminde birliği kuracak olan inisiyatif, aynı zamanda bu birliği işçi sınıfının siyasal iktidar mücadelesinin saflarına taşımak zorundadır. İsyanın ortaya çıkardığı potansiyeli bir gençlik hareketinin sınırlarından öteye taşıyacak olan Devrimci Gençlik çizgisidir. Devrimci Gençlik hareketinde o ya da bu düzeyde sorumluluk üstlenmiş her bir devrimci; halkın farklı devrimci öznelerini örgütleyecek, bu örgütlülüğün en genişini yaratacak ve bir halk hareketine dönüştürecektir. Ancak bu halk hareketini oluşturmak için öznelerin örgütlenmesini emperyalizme ve faşizme karşı kurtuluş mücadelesinde sınamak şarttır.
NATO, ABD, İsrail tüfeğine, Saray’ın işbirlikçiliğine karşı halk kurtuluş kavgasına
Ortadoğu’da halklar katlediliyor. Çünkü ABD dünyayı paylaşmak istemiyor. Ortadoğu’da uzun yıllardır bitmeyen savaşlar, halk katliamları şimdi daha da vahşi ve saldırgan bir şekilde gerçekleşiyor. Ortadoğu’da ABD, İsrail karargahıyla büyük hedefleri vurmadan önce içerdeki anlaşmazlıkları körükleyerek dengeyi bozuyor. Irak ve Suriye’de olduğu gibi iktidara kimin geçeceği ABD’nin politikalarına tamah edip etmemekle alakalı. NATO’nun Ortadoğu planlarına karşı koyan iktidarları düşürerek “kendine yakın” olanı iktidar yapıyor. Suriye’de yaşanan rejim değişikliği ile bölgede yaşanan istikrarsızlığın çözülmesi için atılan adımları inceleyelim. Esad, yıllarca askeri ve ekonomik açıdan beslenmiş HTŞ güçleri tarafından yenilgiye uğratıldı. HTŞ taarruz ettiğinde Esad rejiminin askeri üsleri İsrail tarafından bombalandı. Suriye’de Kuzey Suriye Güçleri ve Türkiye destekli HTŞ Suriye düzenli ordusunu kurdu. Ortadoğu’da ABD ve onun zırhlı kolu NATO’nun programını işletebilmek için tüm destekçileri el sıkışması gerekiyordu. Devlet Bahçeli ideolojik olarak en büyük düşmanlarıyla uzlaşma için start verdiğinde olacak olanları tahmin etmek güç gelmişti ama bugün geriye dönüp baktığımızda nedenlerini görebiliyoruz. ABD Ortadoğu’da kendinden olmayan tek gücü bertaraf etmek için, Kürt hareketini, Türkiye’yi, HTŞ’yi ve İsrail’i ortak bir hedefe doğru yöneltiyor. İsrail’in İran’a yönelik başlattığı savaş da bunu gözler önüne seriyor. Saray’ın buradaki kazancısı ise iktidarının sağlamlığını garanti altına alabilmek için Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasında ABD onayını almak oluyor. Dışarda Filistin halkı, Suriye’de Alevi halkı katledilirken içerde bu iktidarın, faşizmle toplumu ve muhalefeti topyekûn felç etme çabası olarak karşımıza çıkıyor. Tüm bu savaş ve işgal politikalarının içinde kanlı ellerin tamamını öpüp başına koyan Saray rejiminin Ortadoğu’daki iki yüzlülüğü teşhir edilmek ve işbirlikçiliğiyle mücadele etmek için önümüzde duruyor.
Emperyalizmin krizi İran’da düğümleniyor
Ortadoğu’yu esir alan emperyalist saldırganlığın asıl hedefi gerileyen gücünü yeniden tesis etmek. ABD’nin başındaki Trump bunu ABD’nin içinde MAGA (Make America Great Again) olarak ifade etti. Ama hedefleri yalnızca ABD’nin içiyle sınırlı değil. ABD’nin dünya hakimiyetini Çin ve Rusya’yı gerileterek gerçekleştirebilir. Bu hedefe ulaşmak içinse yolda engel oluşturabilecek bütün unsurlara saldıracak. İlk başta Filistin’i hedef aldılar, daha sonra Lübnan ve Yemen’i. Ondan önce Suriye rejimini halletmişlerdi. Şimdi de sıra İran’a geldi. Eğer emperyalist saldırganlık durdurulmazsa tüm bölgeyi kendi gericiliğiyle boğacak. ABD bu saldırganlıkta Ortadoğu’da güvenilir müttefiki ve ileri karakolu İsrail’i bir askeri güç olarak kullanıyor. Her fırsatta İsrail’le arasında çelişki varmış gibi yapan Türkiye egemen sınıfları ve onun iktidarı Saray rejimi de son kertede ABD çıkarlarından başka bir amaçla hareket etmiyor. İsrail’le geliştirilen ticari ortaklıklara son olarak Saray’ın silah imalatçısı Baykar’ın İsrail’e silah ve silah parçaları temin eden İtalyan Leonardo şirketiyle ortaklığı eklendi. Bunun yanında İran’ı bombalayan İsrail ve ABD uçaklarına istihbarat Kürecik Radar Üssü’nden gidiyor. Bu açık işbirlikçiliğe karşı mücadele etmek bugün bu topraklarda eşitlik ve özgürlük için mücadele edenlerin asli görevlerinden biridir. Çünkü biliyoruz ki, Saray rejimi asıl gücünü emperyalizmle olan işbirliğinden almaktadır. Ara ara onunla çelişki içindeymiş gibi yaptığı açıklamalar kimseyi kandırmasın. Emperyalizmden demokrasi ve özgürlük gelmez. Tam da bu yüzden önümüzdeki dönem başta gençlik hareketi olmak üzere halk hareketinin temel görevi bu emperyalist işbirlikçiliğe ve bağımlılık ilişkilerine karşı mücadele etmektir.
Ülkemize, onurumuza ve geleceğimize sahip çıkıyoruz
“Eğer düşmanınız dinlenmeye çekilmişse, onun dinlenmesine izin vermeyin. Eğer düşmanınız güçlerini birleştirmişse, onu parçalara ayırın.”
Bu topraklarda eşitlik ve özgürlük içinde yaşamak en büyük hakkımız. Saray rejimi en başta bu hakkımızı gasp ediyor. Bugün düzen içi muhalefete de yönelen baskılara, tutuklama terörüne ve muhalefetin kriminalize edilme çabasına rağmen halkın insanca yaşam özlemi susturulamıyor. İktidarın yenilgiye uğratılması isteği bir hareket olarak sokakları dolduruyor. İktidarı daha fazla öfkelendiren ancak daha fazla çaresiz bırakan da bu. Sokaklarında isyan olan bir ülkede halk, faşizme direniş hakkını kullanıyor demektir. Üstelik gençlik isyanın en ön safında yer alıyorsa zafere doğru atılan adımlar sıklaşacaktır. Elbette hiçbir şey kendiliğinden devam etmeyecek, zafer kendiliğinde önümüze gelmeyecek. İsyancı ruh halimiz daha fazla örgütlenmeli, mücadeleye daha kuvvetli bir şekilde seferber edilmelidir. Mücadeleyi büyütüp geliştirmenin yolu ise emperyalist saldırganlığa karşı ülkemize, faşist baskılara karşı onurumuza ve sermayenin köleleştirici isteklerine karşı geleceğimize sahip çıkmaktan geçiyor. Birinden birini değil hepsini istiyoruz, Dev-Genç suretinde eşit ve özgür bir ülkeyi yaratma kavgasına çağırıyoruz.