19 Mart isyanı, düzene ve rejime karşı öfkesi birikmiş çok geniş bir kesimi harekete geçirdi. Sokaklar isyancı kitlelerin pankartlarıyla ve öfkesiyle dolup taşarken, isyanın en dinamik kesimi ve taşıyıcı unsuru gençlik saflarında “Devrimcilik” yeniden filizleniyor. Gençlik bu toprakların devrimci gelenekleriyle fikri ve pratik bağlarını güçlendiriyor.
Mahir Çayan’ın fotoğrafları ya da bayraklara basılmış silueti, “Mahir, Hüseyin, Ulaş Kurtuluşa Kadar Savaş” sloganları bugün herhangi bir gençlik eyleminin vazgeçilmez unsuru haline geliyor. Kuşkusuz bunda Mahir’in içinde bulunduğu dönemin gençlik hareketinin öncü ve önderlerinden birisi olması etkilidir. 68’in ve Dev-Genç’in ilk akla gelen önderlerinden birisidir Mahir. Ancak Mahir için yalnızca bir gençlik önderi demek onu kısıtlı bir şekilde ele almaktır. Çünkü Mahir aynı zamanda gençlik mücadelesinin sınırlarını aşarak halkın kurtuluş mücadelesinin teorisyeni, teorisyen olduğu kadar pratiği bizzat üstlenen militanı haline gelmiş, solun düzen içi eğilimlerinden kopuşu simgeleyen devrimci önderi olarak tarihsel bir sorumluluk üstlenmiştir.
68 hareketinin ürettiği devrimcilik, Mahir’in “Oligarşinin soldaki uzantısı pasifist cephe” diye tariflediği parlamentarizm1 ve cuntacılık2 arasına sıkışan geleneksel sol anlayışları mahkûm ederek “71 kopuşu olarak adlandırdığımız” yeni bir devrimci gelenek yaratmıştır. Bu noktada kuşkusuz sadece Mahirler değil dönemin öne çıkan tüm devrimcileri bu kopuş hareketinin parçasıdır. Ancak Mahir’i ayırt edici bir noktaya yerleştiren ve bugün hala devrimci bir önderlik ufkuyla özdeşleştiren pratiği olduğu kadar Türkiye’de devrimciliği fikri olarak temellendirmesidir.
Mahirleri yaratan toplumsal ve politik koşullar
“Biz Marksizmi entellektüel gevezelik ve dünya devrimci hareketinin trafik polisliğini yapmak için okuyup öğrenmiyoruz. Biz dünyayı değiştirmek için, dünyanın Türkiye’sinde devrim yapmak için Marksizmi öğreniyoruz!”
Mahir Çayan’ın kaleminden çıkmış bu satırlar Karl Marx’ın ünlü 11. Tez3’inin bu topraklara yansımış halidir. Özgünlüğü de buradadır. Mahirler için devrimcilik, fikri temeli olmayan bir uğraş ya da yalnızca “entelektüel gevezelik” malzemesi değildir. “Dünyanın Türkiye’sinde” vurgusuyla, içinde bulunduğu dönemin, dünyanın koşullarını gören, gözeten ve bunları Türkiye’de devrim yapmak için ayakları bu topraklara basan bir devrimciliğin üretilmesi için değerlendiren bir yöntem geliştirmiştir. Sırasıyla dünyayı ve Türkiye’yi ele alan Mahirler bu değerlendirmeler içinden devrimci yöntem, strateji ve örgütü türetmeyi başarmışlardır.
Mahir’in Türkiye devrimci hareketinde sahip olduğu ve aynı zamanda bugün taşıdığı önemi kavrayabilmek için, içinde geliştiği toplumsal ve politik koşullara bakmak gerekiyor. 60’lı yıllarda gençliği saran aydınlanmacı fikirler, Dünya çapında prestiji kuvvetli sosyalist fikirlerle harmanlanıyordu. Türkiye’de gençlik kesimleri hızla sola kayıyor, üniversiteler devrimcilerin temel tartışma, örgütlenme ve eylem mekânı haline geliyordu. Eş zamanlı olarak işçi direnişleri filizleniyor, köylüler toprak talepleriyle işgal ve eylemlerde bulunuyordu.
Toplumsal kabarışı tetikleyen önemli sebeplerden birisi de İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlayan Türkiye’nin “Batı”nın yani ABD’nin yanında pozisyon alması, NATO’ya üyeliği ve çeşitli yardımlarla emperyalist üretim ilişkilerine entegre olarak bir sömürge ülke haline gelmesiydi. Tarımdan sanayileşmeye, üniversitelerinden siyasal iktidarına kadar her yer bu gelişmenin belirleyiciliği altında şekillenirken ezilen halk kesimlerinde ama en başta da gençlikte anti-emperyalist bilinç gelişiyor, siyasal saflaşma bu doğrultuda oluşuyordu.
Başlangıçta bu kabarmayı karşılayan dönemin Türkiye İşçi Partisi, yoksul köylülerin ve ileri işçilerin sosyalist aydınlar ve devrimci gençlerle buluştuğu bir adres ve toplumsal dinamiğin bir sözcüsü olmuştu. Ancak bir süre sonra kendi parlamentarist ve reformist sınırları, gelişen ve sertleşen sınıflar mücadelesinin ihtiyaçlarına yanıt vermesine engel olmaya başladı. Giderek sınıflar mücadelesinin dışına düşen TİP’in yol ve yöntemleri yerine “halkımızı içinde bulunduğu yoksulluk ve sömürüden, ülkemizi emperyalist bağımlılık ilişkilerinden kurtaracak” bir devrimin yolu arayışı kuvvetlendi. Bunun gençlik içinde en parlak ve ileri ifadesi antiemperyalist, bağımsızlıkçı düşünceler etrafında şekillenen ve gençliğin devrimci eyleminin içinde kurulan DEV-GENÇ4 oldu.
Dünyayı anlamanın ve değiştirmenin iradesi olarak Mahir
Büyük toplumsal ve politik altüst oluşların yaşandığı böyle bir dönemde Mahirler de yoğun bir devrimci pratiğin içerisinde şekillendiler. Bağımsızlıkçı ve anti emperyalist gösterilerde, işçi direnişleriyle ve köylülerin toprak işgalleriyle dayanışma ziyaretlerinde, Dev-Genç’in örgütlenmesinin her aşamasında var olan Mahirler hareket geliştikçe yeni sorularla karşılaşıyor ve bu soruların cevaplarını arıyorlardı. TİP’in geleneksel Sosyalist Devrim5 stratejisi, bizim gibi emperyalizme karşı mücadelenin öncelenmesi gereken yeni sömürge bir ülkede doğru yöntem değildi. Henüz gelişmesini tamamlamamış, işçi sınıfı tam olarak olgunlaşmamış bir ülkede aşamalı devrim fikri olarak Milli Demokratik Devrim stratejisi de gençliğin içinde yaygınlaşan bir fikirdi.
Ancak bu fikri asıl yaygınlaştıran unsur ülkemizde bir devrimin TİP’in parlamentarist ve reformist yöntemleriyle gerçekleşmeyeceği, emperyalizmden bağımsızlığın ancak zor yoluyla hayata geçirilebileceği gerçeğinin kavranmaya başlanmasıydı. Küba Devrimi’nin gerçekleşmesinin üzerinden fazla zaman geçmemişti ve Vietnam’da ABD emperyalizmi yenilgiye uğratılıyordu. Afrika’da, Asya’da, Latin Amerika’da ve Orta Doğu’da dünyanın ezilen halkların kendilerini halk kurtuluş hareketleri olarak örgütlüyor ve emperyalizme karşı ayağa kalkıyordu. Emperyalizme karşı sömürge devrimciliği ve devrimleri yaygınlaşıyordu. Türkiye’de de bu devrimci kuşaktan etkilenen tartışmalar ve hareketler gelişse de tutarlı bir yönteme, stratejiye ve örgüte sahip değildi.
Mahirler böyle bir devrimci arayışın içerisinde pratiğin getirdiği sorulara yanıt bulmaya girdi. Sonuçlarıyla bugün hala devrimci hareketin yol göstericisi bir teorik sistem ve pratik çizgi tam da bu arayış içerisinde şekillendi.
Sömürgecilik ilişkilerinde yeni dönem ve sömürge devrimciliği
Mahirler emperyalist dünya sistemindeki gelişmeleri yorumlamakla ve kavramakla içinde bulundukları dönemi tanımladılar. O dönem İkinci Dünya Savaşı sonrasında sosyalizmin prestiji olağanüstü yükselmiş, dünya kapitalizmi bir karşıt kampın varlığıyla sınırlanmış, bağımsızlık hareketleri yaygınlaşmıştı. Bu durum geleneksel sömürgecilik ilişkilerini sürdürülemez hale getirmiş, emperyalistler arası ve emperyalist merkezlerle dünyanın geri kalan coğrafyaları arasındaki ilişkilerde değişiklik zorunlu hale gelmiştir. Emperyalizmi bunalım dönemleri sistematiğine göre kategorilendiren Çayan, yaşanan değişiklikleri ele alarak III. Bunalım Dönemi’ni tariflemiştir. III. Bunalım dönemindeki “… değişiklikler emperyalizmin çirkin yüzünü saklaması ve de sömürge ülkelerde pazar genişletilmesini amaçlayan yeni sömürgecilik metodlarıdır.” Bunlar arasında en başta yukarıdan aşağıya çarpık bir kapitalizmin gelişmesi ve buna bağlı olarak yerli tekelci burjuvazinin daha baştan emperyalizmle bütünleşmesini gelmektedir. Yerli tekelci burjuvazinin emperyalizmle bütünleşmesi, gerici sınıflarla ittifak kurması sonucunda emperyalizm bir içsel olgu haline gelmekte ve bir hâkim blok ortaya çıkmaktadır. Bu hâkim blok yani oligarşi yeni sömürge ülkelerde sömürge tipi faşizm aracılığıyla halkın tepkilerini daha baştan bastıracak, ordusu, polisi ve her çeşit pasifikasyon ve propaganda aracıyla ülkenin her tarafına egemen olmayı amaçlamaktadır.
Ancak çarpık da olsa kapitalizmin gelişmesinin yarattığı bir nispi refah6 unsuru da devrededir. Bir yandan nispi refah bir yandan da oligarşik yönetimin merkezileşmiş, militerleşmiş devlet aygıtının gücü, bu gücün ideolojik aygıtlarla tahkim edilmesi7 halkla oligarşi arasında suni bir denge yaratmıştır.
Mahir Çayan, THKP-C’nin oluşum ve olgunlaşma süreçlerinde ortaya çıkardığı Kesintisiz I ve Kesintisiz II-III broşürlerinde sistematikleştirdiği bu yeni sömürgecilik tahlilleri doğrultusunda Türkiye’de devrimci stratejiyi geliştirebilmiş, reformist pasifist sol karşısında devrimin güncelliğine dayanan bir arayış etrafında oluşan ancak ayakları yere basmayan Milli Demokratik Devrim stratejisinden koparak Anti-Emperyalist Anti-Oligarşik Devrim stratejisini ortaya çıkarmıştır.
Milli Demokratik Devrim stratejisine bağlı çevrelerden kopuşun arkasında yatan bir başka sebep de devrimci özneyi tanımlama ve kendi özgücüne güvenmedir. Milli Demokratik Devrim stratejisini savunanlar ülkedeki saflaşmayı emperyalizme karşı tanımlamakta ancak emperyalizmin karşısında yer alan güçlere varlığı şüpheli(!) milli burjuvaziyi de eklemekte, temel dinamik güç olarak sivil-asker aydın zümreyi görmekte ve sol bir cuntadan medet ummaktadır. Mahir yeni sömürge devriminin çerçevesini şekillendirirken temel siyasal saflaşmayı emperyalizme karşı halk ile oligarşi arasında tanımlamış, halkı “… çıkarları devrimde olan katmanlar” olarak ifade etmiş ve buna köylülüğü, kentlerdeki işçi sınıfını ve küçük burjuvaziyi dahil etmiştir. Bu sınıfsal dizilimde önder güç (o dönemde fiili değil ideolojik önderlik) proletaryadır, temel güç köylülüktür. Bu güçlere dayanarak yürütülecek mücadelenin biçimi halk savaşıdır.
Mahir bu çerçeveyi çizerek küçük burjuva radikalliğini değil proleter devrimciliği, Kemalizm’i değil sosyalizmi bir kurtuluş yolu olarak tarif etmiştir. Ancak altı çizilmesi gereken önemli noktalardan birisi, Mahir tüm fikri olgunlaşmasını kopuşlarla sağlasa da bu kopuşların hepsinde eski fikirler basitçe reddedilmemiş içerilerek aşılmıştır.
Evrim ve devrim aşamalarının iç içe geçmesi, suni dengeyi yıkacak devrimci propaganda
THKP-C’nin pratiğinde yol gösterici çerçevenin belki de en can alıcı noktasında suni denge olgusu duruyor. Halkın bütün ezilmişliğine rağmen topyekün bir düzen karşıtı hareketi kendiliğinden geliştirmemesinin açıklayıcısı olan bu suni denge “Lafa değil icraata” bakan halkın gözünde ancak devrimci eylemle yıkılabilir.
Devrimci eylemin koşulları ise emperyalizm çağında yeni sömürge ülkelerde henüz olgunlaşmamış olsa dahi milli krizin8 daimî varlığında bulunur. Bu krizi derinleştirmenin ve olgunlaştırmanın koşulu ülke devrimcilerinin izleyeceği yola bağlıdır.
Evrim ve devrim aşamalarının iç içe geçmesi “Önce örgütlenme sonra mücadele” anlayışını mahkûm eder. Mahir’in Almanca ve Fransızca metaforuyla ifade ettiği bu iç içe geçmişlik örgütlenmenin koşulu olarak devrimci propagandayı, halkı saflaştıran öncü eylemi koyar. Devrimci eylemin varlığı ve sürekliliğini sağlanması suni dengeyi darbeleyecek, halk saflarında sırasıyla sempati, güven ve destek ilişkisi yaratacak, devrimci mücadele safları bu süreklilikle genişleyecektir.
Döneminin devrimci tutsaklarının kurtarılması amacıyla yapılan destek eylemi dahi bu anlayış doğrultusunda ortaya çıkmıştır. Mahirler, Denizlerin serbest bırakılması talebiyle Siyonist İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Efraim Elrom’u kaçırmış ve taleplerinin yerine getirilmemesi sonucunda cezalandırmıştır. Ortadoğu’da kafa tutulamaz zannedilen emperyalizme ve siyonizme karşı somut eylemle devrimci propaganda hayata geçirilmiştir. Aynı çizgi hapishaneden kaçış ve Kızıldere’ye giden yolda da sürekliliğini korumuştur.
12 Mart faşizmine erken doğum yaptırmak için silaha sarılan Mahirler cuntanın gerçek yüzünü ortaya çıkarmış, halkla oligarşi arasındaki çelişkileri keskinleştirmiştir. Öncünün savaşı geniş halk kitlelerinde sempati ve güven yaratmış Kızıldere’de THKP-C’nin örgütsel varlığı imha edilse de muazzam bir ideolojik zafer, moral üstünlük kazanılmıştır. Kısa bir aralıkta yaşanan sessizlikten sonra 74 yılından başlayarak “Mahircilik” etrafında biriken sempati ve güven desteğe, fiili harekete dönüşmüş Dev-Genç ve Devrimci Yol’u yaratmış, emperyalizme ve faşizme karşı direniş geleneğini kökleri bu topraklardan sökülemeyecek şekilde ortaya çıkarmıştır.
Bugünün dünyasında Mahirci olmak
Mahirler kısa bir yaşama cüretli bir devrimci pratik ve o devrimci pratiğe yol gösteren Türkiye devriminin yolu diye ifade edilebilecek bir teorik çerçeve sığdırdılar. Bu devrimci pratik ve teorinin sentezinden emperyalizme karşı sömürge devrimciliğinin kendi coğrafyamızdaki devrimci siyaset mantığı da ortaya çıkmıştır. Geçmişin basit tekrarına ya da teorik-pratik reddine değil içerilerek aşılmasına ve günümüz koşullarında güncellenmesine dayalı bir sahiplenme bugün her zamankinden fazla ihtiyaçtır.
70’li yılların sonlarında iç savaş koşullarında faşizme karşı mücadelede, 80’li yılların sonunda faşizme karşı demokrasi mücadelesinde, 90’lı yıllarda savaş rejimine karşı mücadelede ve sonrasında neoliberalizme karşı hak mücadelelerinde bu siyaset mantığının güncel karşılıklarının yaratılmasına tanıklık ettik.
Emperyalizmin içsel bir olgu olarak sömürgeleştirdiği bir ülkede, halkın isyan potansiyelini daha harekete geçmeden bastırmak için yapılandırdığı rejime karşı emperyalizme ve faşizme karşı mücadelenin hayata geçirilmesi ancak bu pratik ve teorik çerçevenin güne uyarlanmasıyla mümkün olduğunu görüyoruz.
Halkla rejim arasında var olan suni denge 19 Mart isyanına kadar nöbetleşe isyanlarla kırlarda doğanın metalaşmasına karşı direnişlerle, işçilerin ücret isyanlarıyla, kadın özgürlük hareketiyle, üniversitelilerin hak hareketleriyle darbelendi. Ancak bütünsel bir çerçeveye, topyekün rejim karşıtı mücadeleye dönüşememişti. 19 Mart biriken rahatsızlıkların iktidarı karşısına doğrudan almaya başladığı yeni bir aşamayı ortaya çıkardı.
Eğer geri çekilirsek, biraz soluklanalım diye yavaşlamaya kalkarsak suni dengenin ağırlığı oligarşinin lehine yeniden şekillenir. Bugün ortaya çıkan güçler dengesini halk güçleri lehine çevirecek, Mahir’e dayanarak söylersek milli krizin bu ülkenin devrimcilerince derinleştirilmesini sağlayacak tek yöntem “Kesintisiz” mücadeleyi sürdürmek, isyanı genişletmektir.
İsyanın genişletilmesi atılacak her bir adımın, en basit bir protesto gösterisinin örgütlenmesini dahi oligarşinin çizdiği sınırların dışına çıkarma çabasıyla ele almak, halkı saflaştıran öncü bir eyleme dönüştürmekle mümkündür. Attığımız her isyancı adım isyanın sürdürülebilirliğinin mümkün olduğunun işaretidir.
Her örgütlenme çabamız basit bilinç taşıma adımları değil, halkın oligarşi karşısında bir güç olarak inşa edilmesinin, her örgütlenmenin başka örgütlenmeler için sempati yaratmasının hedefini taşımalıdır. Bunun yolu doğrudan eylem ve devrimci propagandadır. Düşmanı karşımıza almak, hedefi göstermek saflarımızı genişletmek istediğimiz kesimlerde sempati ve güven yaratmanın koşuludur. Yaratılan bu sempati ve güven doğrudan destek ilişkisine çevrilerek örgütlenebilir.
Devrimci Gençlik bugünün isyanı içerisinde kendi Mahirliğini bu yolla yaratacaktır.
Dipnotlar
1- TİP
2- Başta Doğan Avcıoğlu ve çevresi olmak üzere kısmen Mihri Belli ve Doğu Perinçek önderliğindeki PDA çevresini bu kategoriye dahil edebiliriz.
3- “Filozoflar dünyayı yalnızca çeşitli biçimlerde yorumlamışlardır; oysa sorun onu değiştirmektir.” – Feuerbach Üzerine Tezler
4- Dev-Genç, FKF’nin 9-10 Ekim 1969 tarihleri arasında SBF’de düzenlenen Olağanüstü Kurultay’ında isim değişikliğiyle kuruldu. Basit bir isim değişikliğinden ziyade gençliğin gelişen devrimci eyleminin FKF tarafından kapsanamamasının sonucu olarak değerlendirilebilir.
5- Sosyalist Devrim stratejisine göre Burjuva Demokratik Devrim’in tamamlandığı ve sınıflar mücadelesinin klasik kapitalist toplum modeline göre cereyan ettiği saptamasını yapan TİP, temel çatışma için önemli olanın, işçi sınıfının burjuvaziye karşı mücadele platformunun güçlendirilmesi olduğunu ve bu mücadelenin yürütülmesi gereken temel alanın da parlamento olduğunu savunuyordu.
6- Nispi refah, yeni sömürgecilik ilişkilerinin şekillendirdiği iç pazarda üretimin genişlemesine paralel olarak bir takım tüketim mallarının daha kolay erişilebilir olduğu algısıyla ortaya çıkar. Bu sayede çelişkiler bir önceki döneme göre yumuşayarak halkla oligarşi arasında suni bir dengenin güçlenmesine sebep olur.
7- Gerici ve faşist ideolojik motiflerin yaygınlaştırılması, Osmanlı’dan bugüne halkına sahip çıkan kutsal devlet algısının güçlendirilmesini amaçlar.
8- “Emperyalist hegemonya toplumun kendi iç dinamiği ile gelişmesine engel olduğu için ülke alt yapı ilişkilerinden üst yapısına kadar, milli bir kriz içindedir.” – Kesintisiz Devrim II-III, Mahir Çayan